Su Krizi: Kuraklık ve Su Kaynakları
Su... Hayatın ta kendisi, doğanın bize sunduğu en saf armağan ve insan varoluşunun temel sebebi. Tıpkı diğer tüm canlılar gibi, bizler de suyla dünyaya gelir, suyla yaşamımızı sürdürürüz.
Ancak, ne yazık ki, bu vazgeçilmez nimetin kıymetini
çoğu zaman yeterince bilemiyoruz. Dünyamızın dörtte üçü sularla kaplı olsa
bile, kullanılabilir tatlı su miktarının oldukça sınırlı olduğunu göz ardı
ederek, yıllarca suyu hoyratça ve bilinçsizce harcadık. Bugün geldiğimiz kritik
noktada ise kuraklık artık uzak bir ihtimal değil; tam aksine, kapımızda
bekleyen, bizi yüzleştiren çok yakın bir tehlike haline gelmiş durumda.
Ülkemiz, coğrafi açıdan her ne kadar bereketli
topraklara sahip olsa da, su kaynakları açısından oldukça hassas bir denge
üzerinde duruyor. Ne yazık ki, kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su
miktarımız sürekli olarak azalma eğiliminde. Yağış rejimlerimiz değişiyor,
mevsimler yer değiştiriyor ve barajlarımız arzu ettiğimiz düzeyde doluluk
oranlarına ulaşamıyor. Bu veriler bize çok net bir gerçeği işaret ediyor: Eğer
suyu etkin bir şekilde yönetmeyi öğrenmezsek, yakın gelecekte susuzluk ülkemiz
için ciddi ve başa çıkılması zor bir sorun haline gelecektir.
Suyun yaşamımızdaki yeri o kadar derin ki, varlığını
çoğu zaman fark etmiyoruz. Bir bardak su içtiğimizde, tarlada yetişen sebzeye
baktığımızda, musluğu açtığımızda aslında koskoca bir döngünün parçasıyız. Her
damla, doğadan bize kadar uzanan uzun bir yolculuğun sonunda evimize geliyor.
Fakat biz o yolculuğun zorluğunu unuttuk; suyun gelmesini bir hak,
tükenmemesini bir garanti gibi görüyoruz.
Türkiye’de suyun büyük bölümü tarımsal üretimde
kullanılıyor. Ancak eski sulama yöntemleri yüzünden bu kullanımın önemli bir
kısmı boşa gidiyor. Vahşi sulama toprağın verimini azaltıyor, suyun büyük
kısmını buharlaştırıyor. Oysa modern sistemlerle hem toprak korunabilir hem de
su tasarrufu sağlanabilir. Bu konuda çiftçimize yönelik bilinçlendirme
çalışmaları, teşvikler ve eğitimler büyük önem taşıyor. Her bir üretici, toprağına
suyu nasıl verdiğini değiştirerek aslında ülkenin geleceğine katkıda
bulunabilir.
Kuraklık dediğimiz mesele, ne yazık ki sadece yağışın
azalmasıyla açıklanabilecek kadar basit değildir. Bu durumun arkasında, suyun
doğal döngüsünü kökten bozan çok daha önemli etkenler yatıyor. Bu etkenlerin
başında yanlış şehirleşme, aşırı betonlaşma ve ormansızlaşma geliyor. Oysa
doğanın kuralı çok nettir: Yağan yağmurun toprağa yavaşça süzülmesi ve böylece
yeraltı sularını beslemesi gerekir. Fakat ne yazık ki, asfaltla ve betonla
kapladığımız şehirlerimizde bu hayati süreç tamamen sekteye uğruyor. Yağmur
suyu, toprağa karışmak yerine doğrudan kanalizasyona akıp gidiyor. Kısacası,
doğa bize cömertçe su verirken, biz bilerek veya bilmeyerek o suyun döngüsünü
kendi elimizle kesiyoruz. Sonrasında ise şaşkınlıkla "Neden susuz
kaldık?" diye sormamız da ironik bir durum yaratıyor.
Evlerdeki su tüketimi de düşündüğümüzden fazla.
Musluğu açık bıraktığımız her saniye, aslında bir gelecek parçası akıp gidiyor.
Uzun süren duşlar, gereksiz temizlik alışkanlıkları, arızalı tesisatlar yıllık
bazda tonlarca su kaybına neden oluyor. Bu kayıplar çoğu zaman fark edilmiyor
ama toplandığında büyük bir israfa dönüşüyor. Su tasarrufu yalnızca ekonomik
bir davranış değildir, aynı zamanda bir vicdan meselesidir.
Su kaynaklarını korumak için devlet politikaları
hayati önem taşır. Öncelikle havza planlaması yapılmalı ve su kullanımı etkin
denetlenmelidir. Yağmur suyu hasadı ve gri su sistemleri yaygınlaştırılmalıdır.
En acil adım ise, şebeke kayıplarını durdurmak için şehirlerdeki altyapı
sistemlerinin acilen yenilenmesidir.
Bizim atalarımız, suyu hiçbir zaman sadece basit bir
ihtiyaç maddesi olarak ele almadı; aksine, onu bütüncül bir yaşam kültürüne
dönüştürdü. Osmanlı döneminde inşa edilen o görkemli çeşmeler, sebiller, su
yolları birer hayır vesilesiydi. “Su gibi aziz ol” sözü, aslında suya verilen
değeri anlatır. Bugün bu anlayışı yeniden hatırlamak zorundayız. Çünkü suyu
sadece bir madde olarak değil, yaşamın özü olarak görmeyi unuttuk.
Suyun gerçek kıymeti, çocuklarımıza çok erken yaşlarda
öğretilmelidir. Bu amaçla, okullarımızda mutlaka çevre bilincini güçlendiren
dersler ve suyun doğal döngüsünü somut bir şekilde anlatan eğitici etkinlikler
düzenlenmelidir. Çünkü küçük yaşta edinilen alışkanlıklar, zamanla büyüyerek
toplumsal bir farkındalığa dönüşür. Eğer her bir çocuğumuz suyun önemini ve
değerini öğrenirse, işte o bilinç, sağlıklı bir gelecek inşa etmek üzere emin
adımlarla ileriye taşınmış olacaktır.
Sanayide de suyun etkin kullanımı büyük önem taşıyor.
Üretim süreçlerinde geri dönüştürülmüş su kullanımı teşvik edilmeli. Enerji
sektöründe, özellikle hidroelektrik santrallerinde suyun ekosistem üzerindeki
etkileri göz önünde bulundurulmalı. Çünkü suyun varlığı sadece insanlar için
değil, bütün canlılar için yaşamsal.
Su kaynaklarının azalması, sadece bir çevre sorunu
değil, tüm toplumsal yaşamı ve ekonomiyi derinden sarsan bir krize dönüşür.
Çünkü suyun yokluğu, tarımsal üretimi düşürerek gıda fiyatlarını hızla artırır
ve hayatın her alanına yansır.
Suyu bugün ne kadar dikkatli ve bilinçli harcarsak,
gelecekte o denli güvende oluruz. Her bireyin yapabileceği küçük bir katkı
vardır: Diş fırçalarken musluğu kapatmak, damlayan musluğu onarmak, çamaşır
makinesini tam dolmadan çalıştırmamak, bahçeyi sabah erken ya da akşam sulamak…
Basit gibi görünen bu davranışlar, milyonlarca insan aynı anda uyguladığında
büyük bir fark yaratır.
Şunu asla unutmamalıyız: Su, sadece içtiğimiz, günlük
hayatta kullandığımız sıradan bir madde değildir; o, varoluşumuzun ta
kendisidir, temelidir. O olmaksızın, ne topraklarımızda tarım yapabiliriz, ne
fabrikalarımızda üretim sağlayabiliriz, ne de sağlıklı ve dengeli bir yaşamdan
söz edebiliriz. Kısacası, suyun azalması demek, yaşamın da kaçınılmaz olarak
azalması anlamına gelir.
İşte bu yüzden, suyun her damlasına sahip çıkmak,
sadece bugünün değil, gelecek nesillere olan en büyük borcumuzdur. Su krizinin
çözümü için toplumun her kesimi birlikte hareket etmeli. Devlet, yerel
yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve bireyler aynı hedefte buluşmalı. Suyun
korunması bir çevre politikası olmaktan çıkıp ulusal bir strateji haline
gelmeli. Çünkü güçlü ülkeler yalnızca sanayisiyle değil, kaynaklarını doğru
yönetmesiyle de ayakta kalır.
Suyun geleceği, bizim bugün attığımız adımlara bağlı.
Eğer bugün bilinçli davranır, tasarrufu bir yaşam biçimine dönüştürürsek,
yarının çocukları suyu yalnızca tarih kitaplarında değil, hayatın içinde
görebilir. Fakat biz bu sorumluluğu ertelersek, gelecek nesillere bırakacağımız
miras kurumuş topraklar ve boş barajlar olur.
Su, geleceğimiz için sahip olduğumuz en önemli ve en
büyük güvencedir. Bu nedenle onu korumak, artık basit bir çevrecilik meselesi
değil; bu, doğrudan doğruya insanlığın kendi varlığını ve yarınlarını savunması
anlamına gelir. Her bir damlanın ardında büyük bir emek, bir bedel ve paha
biçilmez bir değer yatar. Biz suya sahip çıkarsak, o da bize yaşam vermeye
devam eder. Suyun olmadığı yerde hayat da yeşermez. Bu yüzden suyu korumak,
aslında umudu korumaktır.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder