10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe
Her 10 Kasım sabahı
pencereden dışarı baktığımda, şehrin bir anda durduğunu hissederim. Arabalar
yavaşlar, insanlar hareket etmeyi bırakır. Genç, yaşlı, çocuk… Herkes o sirenin
sesiyle başını öne eğer.
O bir dakikalık sessizlikte milyonlarca
yürek aynı duyguda birleşir. Sanki gökyüzü bile ağlamakla gülmek
arasında kalır. O sessizliğin tam ortasında, zihnimde bir ses yankılanır: “Beni görmek demek, yüzümü görmek değildir.
Fikirlerimi, duygularımı anlamaktır.”
Atatürk’ün bu sözü aklımıza gelir ve o an şunu anlarız: O aslında hiçbir
yere gitmedi. Bizimle, içimizde, her
yerde.
Atatürk’ü anlatmak kolay
değildir. Çünkü o, sadece bir liderden fazlasıdır. O, karanlığın ortasında bir
milletin ışığı olmuş insandır.
Savaş meydanlarında bir komutan, masalarda bir diplomat, ama en önemlisi
kalplerde bir rehberdir. Bir
millete yalnızca zaferi değil; onuru,
özgürlüğü ve çağdaşlığı da öğretmiştir.
Şöyle bir düşünün; yıkılmış bir imparatorluktan yepyeni bir devlet kuruyor.
Yorgun düşmüş bir halkı yeniden ayağa kaldırıyor. Kadınlara, gençlere,
çiftçiye, öğretmene umut oluyor.
İşte 10 Kasım sabahı, biz o insanın yokluğunu değil; tam tersine, bıraktığı mirası ve bize kattıklarını
hatırlıyoruz.
Bazen çocuklara sorarlar: “Atatürk’ü neden seviyorsun?” Bir çocuk içtenlikle
“Çünkü o bizi sevmiş” der. Bu
cevabı duyunca insanın gözleri dolar. Çünkü gerçekten de öyle. Atatürk bu
milleti her şeyden çok sevdi. O sevgiyi cephelerde, soğukta, açlıkta ve
yorgunlukta canla başla mücadele ederek gösterdi. O sevgiyi cumhuriyeti emanet ettiği gençlerde
gösterdi. O sevgiyi “Yurtta sulh,
cihanda sulh” diyerek tüm dünyaya duyurdu.
Saat dokuzu beş geçe o büyük sevgiyi kalbimizde hissederiz. O an, sadece bir
yas tutmakla kalmayız, bir vefayı
yaşarız. Çünkü Atatürk için dökülen gözyaşı, bir kaybın değil, kocaman bir minnetin ifadesidir.
Her 10 Kasım’da içimizden
aynı cümle geçer: “Sen gittin ama yolun
bitmedi Paşam.”
Bugün hala senin kurduğun Cumhuriyet
dimdik ayakta. Kadınlar eşit haklarla topluma katılıyor, gençler fikirlerini
özgürce söylüyor, bilim insanlarımız senin gösterdiğin yolda ilerliyor. Evet,
bazen zorluklar olur, bazen karanlıklar çöker. Ama senin bize bıraktığın ışık hiç sönmez. O ışık, bir
öğrencinin defterinde, bir öğretmenin sözlerinde, bir fabrikanın dumanında, bir
çocuğun gözlerinde yanar.
Atatürk’ün ardından yıllar geçse de ona karşı duyduğumuz hisler hiç değişmiyor.
O, bizim için geçmişin bir parçası değil; geleceğe tutulan bir fenerdir. Her yeni gün, onun “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet’in
bir sayfasıdır aslında. Ve biz o sayfayı, onun kalemiyle yazmaya devam
ediyoruz.
Kimi zaman televizyonda onu anarken uzun konuşmalar yapılır, şiirler okunur.
Ama bazen sessiz kalmak en büyük
saygıdır. Çünkü o sessizlikte milyonlarca kelime gizlidir. O sessizlik, bir
milletin kalbinde yankılanan “Teşekkür
ederiz” demektir.
Şöyle bir düşünün… Bundan yüz
yıl önce, savaşın, yoksulluğun ve umutsuzluğun içinden bir millet yeniden ayağa kalktı. O millete umut veren,
yol gösteren, hatta “Ben size savaşmayı
değil, ölmeyi emrediyorum” diyerek bağımsızlığı kazandıran bir lider
çıktı. İşte o liderin adı Mustafa Kemal
Atatürk’tü.
Bugün bir ülke olarak özgürce nefes alabiliyorsak, bu, onun vizyonu sayesindedir. O yüzden her 10
Kasım’da içimize hüzünle karışık derin bir gurur dolar. Belki biz onu hiç görmedik, sesini duymadık, elini
sıkmadık. Ama hepimiz onu tanıyoruz. Çünkü o, bu toprakların kokusunda, bu
milletin yüreğinde yaşıyor. Bir
bayrağın dalgalanışında, bir öğrencinin gözlerindeki ışıltıda, bir annenin
duasında, bir askerin yürüyüşünde var.
Bu nedenle 10 Kasım, sadece geçmişi anma günü değil; geleceğe söz verme günüdür. Her dokuzu beş geçe, bir dakika boyunca başımızı eğdiğimizde, aslında
içimizden bir söz veririz: “Atam, senin
gösterdiğin yolda ilerleyeceğiz. Cumhuriyet’ine sahip çıkacağız. Umudunu
yaşatacağız.”
Bazen düşünüyorum; Atatürk bugün
yaşasaydı bize ne derdi diye… Belki şöyle derdi: “Ben size bir ülke
bıraktım, onu koruyun. Ben size bir düşünce bıraktım, onu yaşatın. Ben size bir
umut bıraktım, onu kaybetmeyin.”
Saat dokuzu beş geçe,
sirenler sustuğunda herkesin gözlerinde aynı parıltı olur. Bir yanda gözyaşı,
bir yanda gurur. Bir yanda özlem, bir yanda minnet. Ve hepsinin içinde tek bir umut: O’nun kurduğu bu Cumhuriyet sonsuza dek yaşayacak.
10 Kasım sabahı, güneş biraz geç doğar sanki. Ama doğar… Çünkü her doğan güneş, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen sesini yeniden hatırlatır. Ve
her çocuk, her genç, her vatansever o sesi duyar içinden: “Beni unutanlar olursa, hatırlatın.”
Biz hatırlıyoruz Atam. Her sabah okullarda, her bayrakta, her kalpte seni
yaşatıyoruz. Saat dokuzu beş geçe duran
o zaman, aslında seninle yeniden başlıyor. Ve biz her yıl, o dakikada
seni yeniden doğuruyoruz yüreklerimizde.
Her 10 Kasım sabahı içimde
aynı cümle yankılanır: “Keşke seni bir
kez görebilseydim Atam…”
Ama sonra bir ses gelir içimden, sanki sen söylüyormuşsun gibi: “Beni görmek için gözlerine değil, yüreğine
bak.” O an anlarım ki sen aslında hiçbir yere gitmedin. Bir çocuğun
defterinde yazılısın, bir öğretmenin sesindesin, bir askerin kararlılığında,
bir annenin duasındasın. Her adımda, her solukta, bu ülkenin her taşında sen
varsın.
Saat dokuzu beş geçe sirenler
çaldığında, sadece bir lideri değil; bir sevgiyi, bir umudu, bir milleti
hatırlıyoruz. Ve o dakikanın sonunda, gözyaşlarımızı silerken içimizden bir söz
daha veriyoruz: “Sana layık olacağız
Atam.” Çünkü sen bize yalnız bir ülke bırakmadın, bir onur, bir kimlik, bir gelecek
bıraktın. Ve biz, o emaneti sonsuza dek kalbimizde taşıyacağız.
Sonsuz minnetle, tarifsiz bir
özlemle... Ruhun şad olsun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder