Güvenin Önemi; İlişkilerin Ötesinde, Hayatın Özü
Hayatta en önemli değer nedir diye sorulsa, hiç tereddüt etmeden "güven" derim. Çünkü güven, sadece kişisel ilişkilerin değil, bütünüyle toplumların temelini oluşturan harçtır. Bir insanın sözüne güvendiğinizde, onun yanında otomatik olarak bir huzur ve emniyet duygusu bulursunuz. Güvenin olmadığı bir yerde para, makam, bilgi... Hiçbirinin zerre kadar anlamı kalmaz.
Şöyle bir
düşünün: Güvenmediğiniz bir doktorun başlattığı tedaviye gönül rahatlığıyla
devam edebilir misiniz? Ya da sırtınızı dayayamayacağınız bir arkadaşla uzun
bir yola çıkar mısınız? Güven, sadece doğru söz söylemekten ibaret değildir; o,
aynı zamanda tutarlı olmak,
verilen sözü ne pahasına olursa olsun tutmak ve en zor zamanlarda bile
dürüstlükten vazgeçmemektir.
Tarih
boyunca büyük liderlerin en önemli ortak noktası, daima toplumlarına güven aşılamaları olmuştur. Atatürk, o
en büyük zorlukların ortasında bile milletine sarsılmaz bir umut vermiş,
"Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum" dediğinde koca bir ulus
hiç tereddüt etmeden arkasından gitmiştir.
Unutmamak
gerekir ki, güven bir
kez kırıldığında onarmak zordur; bu yüzden onu korumak, kazanmak kadar
önemlidir. Hayatta en önemli değer, işte bu güven duygusudur. Zira güven varsa, işte o zaman sevgi
de vardır, birlik de vardır, başarı da kaçınılmazdır.
Bir zamanlar insanın sözü senet sayılırdı. El
sıkışmak, imzadan daha sağlam bir bağ kurardı. Şimdi bakıyorum, her şey
hızlanmış ama hiçbir şey derinleşmemiş. İnsan ilişkilerinin zemini kaygan,
güvenin anlamı bulanık. Modern çağ, bize kolay iletişim sundu ama içtenliği
alıp götürdü.
Eskiden bir dostun gözünün içine baktığında ne
hissettiğini anlardın. Şimdi göz teması bile lüks oldu. Herkesin yüzü ekrana
dönük ama kimse kimseye bakmıyor. Paylaşımlar çoğaldı, samimiyet azaldı.
“Nasılsın?” sorusu bile bir kalıp haline geldi; cevabını duymak isteyen
kalmadı.
Güven, insanın hem sığınağı hem de yol haritasıdır.
Onsuz hiçbir ilişki yürümez. Ailede, işte, siyasette ya da toplumun her
kademesinde bir sarsıntı varsa, kökünde güven eksikliği vardır. Birbirine
güvenmeyen insanların oluşturduğu toplum, sürekli tetikte yaşayan bir topluma
dönüşür. Herkesin elinde görünmeyen bir kalkan vardır; kimse yaralanmak istemez,
kimse de kendini tam açmaz.
Bugün ilişkilerdeki yorgunluk sadece bireysel değil,
toplumsal bir mesele. Çünkü güven, bireyden başlar ama toplumun ruhuna işler.
Bir çocuk, anne-babasına güvenmeyi öğrenmeden hayata atılırsa, ileride kimseye
inanmaz. Bir çalışan yöneticisine güvenmezse, verim düşer. Bir vatandaş devlete
güven duymazsa, sistem çözülür. Bu zincirin halkaları birbirine bağlıdır.
Artık insan ilişkilerinde duvarlar görünmez hale
geldi. Sosyal medya, güvenin yerini “onaylanma” duygusuna bıraktı. Beğeni
almak, sevilmek sanıldı. Fakat sevgi, bir ekranın arkasında değil, kalbin
içindedir. Birini tanımak için onun profilini değil, ses tonunu, davranışını,
verdiği sözü görmen gerekir. Ama çoğu kişi artık buna sabır göstermiyor.
Aslında güven, zaman ister. Zaman ise sabırla
birleştiğinde değer kazanır. Ne yazık ki bu çağın insanı sabırsız. Her şeyin
hemen olmasını istiyor. İlişkilerde de böyle; hemen bağ kurmak, hemen anlamak,
hemen unutmak. Oysa güven, aceleye gelmez. Bir dostluğu yıllar içinde kurarsın,
bir sözle yıkabilirsin.
İş dünyasında da tablo farklı değil. Artık
sözleşmeler, protokoller, imzalar bile güvenin yerini tutamıyor. Çünkü güven
bir kâğıtta değil, kalpte başlar. Sözleşme ihlal edilebilir ama güven
bozulduğunda hiçbir belge tamir edemez. Ticarette de siyasette de bu ilke
değişmez: İnsan güven veriyorsa, arkasında dağ gibi durur; güven kaybolduğunda
en büyük sermaye yitirilmiş olur.
Bugünün dünyasında en kıymetli para birimi güven oldu.
Kimde varsa o kazançlı. Çünkü güven duygusu sadece ilişkileri değil, ekonomiyi,
siyaseti, hatta uluslararası dengeleri bile belirliyor. Bir ülkenin itibarı,
halkının devlete duyduğu güvenle ölçülür. Aynı şekilde, bir liderin gücü,
halkının gözündeki inançla anlam kazanır.
Ancak güven sadece karşıdan beklenen bir şey değildir.
Güven, önce insanın kendi içinden başlar. Kendine güvenmeyen birinin kimseye
güvenmesi de mümkün değildir. İçinde tutarsızlık taşıyan, kendi vicdanına bile
tam inanmayana başkaları neden güvensin ki? Güven duygusunu inşa etmek, insanın
önce kendisiyle dürüst olmasından geçer.
Birine güvenmek, aslında risk almaktır. Çünkü
karşındakinin seni hayal kırıklığına uğratma ihtimali vardır. Ama her risk
kötülük getirmez; bazen en büyük bağlar, alınan küçük risklerin ardından
oluşur. Kırılmaktan korkarak yaşayan insan, gerçek bağ kuramaz. O yüzden
güvenmek, aynı zamanda cesaret etmektir.
Yeni dönemin insanı, artık duygularını gizleyerek
güçlü olacağını sanıyor. Oysa duygusuzluk bir zırh değil, bir boşluk. Güveni
kaybettiğimiz yerde, insan kalmanın anlamı da eksiliyor. Teknoloji, bilgi, hız…
Hepsi önemli ama hiçbirinin yerini tutamadığı bir değer var: “Güven.”
Peki, bu kaybettiğimiz güveni yeniden kazanmak için ne yapmalıyız? Öncelikle yeniden konuşmayı, anlamayı ve sabretmeyi
öğrenmemiz şart. Dinlemeyi, ama gerçekten dinlemeyi... Sadece sıramızı beklemek
yerine, karşımızdakinin ne hissettiğini anlamaya odaklanmalıyız. Her şeyi
aklımızla kontrol etme çabasından vazgeçip, biraz da kalbimize güvenmeye başlamamız gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki, en
sağlam ve gerçek bağlar, ancak kalple kurulur.
Belki de yeni çağın en büyük başarısı, güveni yeniden
inşa edenlerin hikâyesi olacak. Güvenen, sözünün arkasında duran, menfaatle
değil vicdanla hareket eden insanlar bu dönemin gerçek liderleri olacak. Çünkü
dünya artık akıllı insanlardan çok, güvenilir insanlara ihtiyaç duyuyor.
Sonuçta, güven bir lüks değil; hayatın özü. Onsuz
hiçbir şey kalıcı olmaz. İster dostlukta, ister ticarette, ister devlet
yönetiminde… Güven varsa huzur vardır. Güven varsa gelecek vardır. Geriye sadece
bir soru kalıyor: Biz gerçekten güvenmeye hazır mıyız?
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder