Bir Çatı Hayali: Konut Piyasasında Yükselen Duvarlar
Türkiye’de her dönemin kendine has bir umudu vardır. Bir zamanlar herkesin hayali bir meslek sahibi olmak, ardından bir araba almak ve en sonunda da başını sokacak bir ev sahibi olmaktı. Şimdi o son adım, giderek uzak bir rüyaya dönüştü. Çünkü artık bir evi satın almak, hatta kiralamak bile büyük bir mücadeleye dönüşmüş durumda.
Konut piyasası son yıllarda kendi başına bir ekonomi
haline geldi. Fiyatlar neredeyse her gün değişiyor. Sanki görünmeyen bir el
sürekli yeni bir sıfır ekliyor gibi. İnsanlar, bir ay önce baktıkları dairenin
bugün aynı fiyatta olmadığını gördükçe şaşırıyor. Ev almak bir yana, kiralık
bir daire bulmak bile çoğu aile için imkansız hale geldi.
Bu zorlu süreçten en çok etkilenenler
şüphesiz gençler. Üniversiteden
mezun olup iş hayatına atılan bir gencin aklındaki ilk hedef, ne yazık ki, ev kurmak değil; öncelikle başını sokabileceği bir yer
bulabilmek.
Çoğu, kazandığı maaşın yarısından
fazlasını kiraya vermek zorunda kalıyor. Bu yüzden kimisi ailesinin yanından ayrılamıyor, kimisi
de mecburen arkadaşlarıyla birleşip evi
paylaşmak durumunda kalıyor. Bir de "kira öder gibi ev sahibi
olurum" hayaliyle bankaların kapısını çalanlar var, fakat karşılarına
çıkan yüksek faiz oranları tüm
heveslerini anında kursaklarında bırakıyor.
Kredi çekmek, artık yalnızca bir borç değil, bir ömür
sürecek bir yük gibi. Aylarca hesap yapılıyor, planlar kuruluyor, ama bir faiz
artışı tüm hayali yerle bir edebiliyor.
Bugün emlak ilanlarına bakarken fiyatlardan çok,
aslında umut satıldığını fark ediyorsunuz. “Manzaralı”, “şehir merkezine
yakın”, “yatırım fırsatı” gibi cümleler bir yaşam alanını anlatmıyor artık. Bu
kelimeler, daha çok bir statüyü temsil ediyor. Ev almak bir ihtiyaçtan çok,
ulaşılması güç bir sembol haline geldi.
Büyükşehirlerdeki durum, ne yazık ki, çok daha zorlu. İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerlerde
bir ev sahibi olabilmenin iki yolu var gibi görünüyor: Ya sağlam birikiminiz
olacak ya da uzun yıllara yayılan, büyük bir borcun altına girmeyi kabul
edeceksiniz. Ancak, günümüz ekonomisinin hızı ve sürekli değişimi, durumu iyice
çetrefilli hale getiriyor. Zira bugün
büyük umutlarla planladığınız bir yatırım, yarın bir bakmışsınız ki,
mevcut bütçenizin çok uzağında kalmış.
Kiralar da ayrı bir yara. Ev sahipleri, artan
maliyetleri bahane ederek her yıl kira bedellerini yükseltiyor. Kiracılar
sessizce katlanıyor çünkü taşınmak da pahalı, yeni ev bulmak da zor. Bazı
mahallelerde kiralar öyle rakamlara ulaştı ki, asgari ücretli birinin orada
yaşaması artık hayal oldu.
Konut kredisi faizleri de hayalleri öteleyen başka bir
engel. Faizler düştüğünde talep artıyor, bu kez fiyatlar yeniden fırlıyor. Faiz
yükselince talep azalıyor ama fiyatlar düşmüyor. Böylece bir kısır döngü içinde
debelenip duruyoruz. Sonuçta kazanan hep aynı: elinde gayrimenkul bulunanlar.
Oysa barınmak bir lüks değil, en temel insan hakkıdır.
Herkesin güvenle yaşayabileceği bir eve sahip olması, çağdaş bir toplumun
göstergesidir. Fakat bugünün şartları bu hakkı ulaşılmaz kılıyor. Genç bir
çift, ortalama gelirle ev almak istese yıllarını bu uğurda harcıyor. Kredinin
bitmesi, çocuğun büyümesiyle yarışıyor.
Bazı ülkeler bu soruna sosyal konut projeleriyle çözüm
bulmaya çalışıyor. Devlet eliyle yapılan, uygun fiyatlı evler, orta gelirli
vatandaşlara bir nefes oluyor. Türkiye’de de zaman zaman bu tür projeler
gündeme geliyor. Ancak ihtiyaç o kadar büyük ki, yapılanlar buzdağının sadece
görünen kısmına dokunuyor.
Yeni nesil artık farklı düşünüyor. “Bir evim olsun”
fikri yerini “rahat yaşayayım” anlayışına bırakıyor. Çünkü uzun vadeli borçlar,
özgürlüğü sınırlayan zincirler gibi. Gençler, kirada oturmayı ama hayatlarını
kendi isteklerine göre yönlendirmeyi tercih ediyor. Fakat bu kez de başka bir
çıkmaz ortaya çıkıyor: Kira öderken para biriktirmek neredeyse imkânsız hale
geliyor.
Bir yanda yüksek kiralar, diğer yanda uçan konut
fiyatları… Böyle bir ortamda gençlerin geleceğe umutla bakabilmesi için ciddi
bir vizyona ihtiyaç var. Sadece ev yapmak yetmez, o evlere erişimi sağlayacak
adil bir düzen kurulmalı.
Konut krizi, yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı
zamanda toplumsal bir denge sorunu. İnsanlar yaşadıkları yerle aidiyet
kuramayınca o şehirde tutunmakta zorlanıyor. Kirasını ödeyemeyen bir aile
taşınmak zorunda kalıyor, çocuk okul değiştiriyor, işine uzaklaşan kişi verim
kaybediyor. Bu zincir, toplumun huzurunu da etkiliyor.
Ev, sadece dört duvar değildir. Bir yuvadır. İnsan,
sabah uyandığında ait olduğu hissini orada yaşar. O hissin kaybolması, toplumu
da yavaş yavaş yorar. İnsanlar kaygılı, umutsuz ve kırılgan hale gelir.
Yine de bu tablonun değişmesi mümkün. Öncelikle konut
politikasını rant üzerinden değil, ihtiyaç temelli bir anlayışla ele almak
gerekiyor. Herkesin ulaşabileceği, planlı şehirleşmeye uygun projeler üretmek
şart. Kiracılar için yasal koruma mekanizmaları güçlenmeli, keyfi kira
artışlarının önüne geçilmeli.
Gençlere yönelik uzun vadeli, düşük faizli konut
kredileri sağlanabilir. Bu sadece bir ekonomik destek değil, aynı zamanda
geleceğe yatırım olur. Çünkü evi olan bir insan, o ülkeye daha güçlü bağlarla
tutunur.
En önemlisi, barınmayı bir piyasa meselesi olmaktan
çıkarıp, insani bir hak olarak görmek gerekiyor. Herkesin bir çatısı olmalı; bu
hem devletin hem toplumun ortak sorumluluğudur.
Bugün birçok insanın duası aynı: “Kendime ait bir evim
olsun.” Bu kadar sade bir dileğin bu kadar uzaklaşması düşündürücü. Ama umudu
kaybetmemek gerek. Çünkü her zorluğun bir çıkış yolu vardır. Belki bugünün
gençleri, yarının yöneticileri olarak bu düzeni daha adil hale getirecek.
O gün geldiğinde, ev sahibi olmak bir zenginlik
göstergesi değil, herkesin hakkı olarak görülecek. Ve belki de o zaman, evlerin
duvarları sadece tuğladan değil, alın terinden, emeğin onurundan ve ortak
umuttan inşa edilecek.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder