Yastık Altındaki Gerçek: Altın, Türkiye’nin Gizli Ekonomisi
Altın, insanlık tarihi boyunca gücün, güvenin ve istikrarın sembolü olmuştur. Paranın icadından çok önce bile insanlar altını yalnızca bir süs aracı olarak değil, bir değer ölçüsü olarak da gördüler. Bugün ise altın, Türkiye’nin hem ekonomik hem de psikolojik haritasında kendine özgü bir yer edinmiş durumda. Her evde bir miktar, her ailede bir hikâye, her yatırımcının aklında bir köşe vardır altınla ilgili. Ancak son haftalarda yaşanan hızlı yükseliş, bu sarı metalin yalnızca bir yatırım aracı değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik ruh hâlini yansıtan bir aynaya dönüştüğünü bir kez daha gösterdi.
Türkiye'de altın,
genellikle bir tasarruf aracı
olarak kabul edilse de, aslında bu tanımın çok daha ötesindedir. Halkın yastık
altına koyduğu her bilezik, her çeyrek, her cumhuriyet, ekonominin görünmeyen
bir damarında dolaşan gizli bir kan gibidir. Devletin bilmediği, bankaların
kaydetmediği ama toplumun omurgasında yer etmiş bir değer birikimidir bu. Her
ne kadar ekonomistler bunu “kayıtdışı servet” olarak tanımlasa da halkın
gözünde bu, güvenin ta kendisidir. Çünkü insanlar ne kadar çok kriz, dalgalanma
ya da belirsizlik yaşarsa yaşasın, altın hep aynı yerde durur: elini
uzattığında avucunda, gözünü kapattığında yastığının altında.
Altının bu denli hızlı değer kazanmasının kökeninde
çok sayıda sebep yatıyor. Küresel çapta jeopolitik gerilimler, faiz
belirsizliği, doların zayıflaması ve merkez bankası alımları gibi faktörler,
uluslararası altın fiyatlarını yükseltiyor. Lakin, Türkiye'de yaşanan artışın
nedeni sadece uluslararası piyasalarda yatmıyor. Fiyat artışının esas gücü
içerideki dinamiklerden geliyor. Fiyatları katlayarak yükselten temel iç
faktörler, Türk Lirası'nın değer kaybı,
iç piyasa belirsizliği, enflasyonun baskısı ve halkın güvenli liman arayışıdır.
Birçok insan için altın artık sadece bir yatırım aracı
değil, aynı zamanda bir sigorta poliçesi gibi. Bankaya güven azaldığında, döviz
dalgalandığında, faiz politikaları yön değiştirdiğinde altın yeniden gündeme
gelir. Çünkü altın, devletlerin değil, halkın parasına dönüşür. Yüzyıllar
boyunca nice rejimler değişti, paralar tedavülden kalktı ama altın hep kaldı.
İşte bu kalıcılık, Türk halkının altına duyduğu bağlılığın temelinde yatıyor.
Yastık altındaki bu servetin büyüklüğü tahminlerin
ötesinde. Resmî açıklamalara göre Türkiye’de vatandaşların elinde 5 bin tona
yakın altın olduğu düşünülüyor. Bu rakam, bugünkü fiyatlarla hesaplandığında
yüz milyarlarca dolara denk geliyor. Yani halkın elinde, ülkenin dış borcunu
kapatabilecek büyüklükte bir servet gizlenmiş durumda. Ancak bu servet,
bankacılık sistemine dâhil olmadıkça ekonomik dengeye doğrudan katkı sunamıyor.
Devlet, zaman zaman altın mevduatı teşvikleriyle bu potansiyeli sisteme
kazandırmaya çalışsa da vatandaşın içgüdüsel bir çekincesi var. Çünkü geçmişte
yaşanan ekonomik krizler, bankaların kapanması, mevduatlara getirilen
sınırlamalar gibi olaylar halkın belleğinde derin izler bırakmış durumda. Bu
nedenle altın, hâlâ “en güvenilir banka” olarak görülüyor; kasası ise her evin
bir köşesinde duruyor.
Bu durumun bir yönüyle avantajları, diğer yönüyle de
riskleri var. Avantajı şu ki: Halk, ekonomik sarsıntılara karşı kendi koruma
mekanizmasını oluşturmuş durumda. Fakat bu kadar büyük bir servetin sistem
dışında kalması, ekonominin büyüme potansiyelini de sınırlıyor. Üretime,
yatırıma veya finansal döngüye katılamayan bu altınlar, bir anlamda “uyuyan
sermaye” hâline geliyor. Ekonomi güçlü olduğunda bile, bu gizli rezervin varlığı
hissedilmiyor. Ancak kriz anlarında, yastık altından çıkan birkaç bilezik, bir
evin ayakta kalmasını, bir işin dönmesini sağlayabiliyor. İşte bu yönüyle
altın, yalnızca bir maden değil, bir dayanıklılık sembolüdür.
Altının yükselişi, aynı zamanda halkın ekonomiye
bakışındaki değişimin de habercisidir. İnsanlar artık kâğıt paraya değil, somut
değere yöneliyor. Bu eğilim, Türkiye’nin geleceğinde finansal politikalara yön
verecek bir unsura dönüşebilir. Çünkü güven, para kadar değerlidir. Merkez
Bankası ne kadar para basarsa bassın, halkın güvenini basamaz. O güven, bir
bilezikte, bir gram altında saklıdır.
Son bir haftada yaşanan hızlı artış, birçok kişiyi
sevindirse de derin bir gerçeği de yüzümüze vuruyor: Altın yükseliyorsa,
insanlar kendilerini korumaya alıyor demektir. Bu bir refleks, bir içgüdü.
Ekonomik sistemde her şey yolunda olsa kimse altına yönelmezdi. Fakat ne zaman
bir belirsizlik havası esse, altın yeniden parlamaya başlar. Bu yüzden altının
her yükselişi bir alarm gibidir; sessiz ama etkili.
Bir yandan, bu durum halkın tasarruf etme gücünün ne
kadar yüksek olduğunu ve doğru kanallara yönlendirildiği takdirde ne büyük bir
potansiyel barındırdığını ortaya koyuyor. Öte yandan ise, finansal sistemin
halkın güvenini tamamen tesis etmek için önünde daha uzun bir yol olduğunu
gösteren bir hatırlatma işlevi görüyor. Devletin görevi, bu güveni sağlayacak
istikrar zeminini oluşturmaktır. Zira halk, güven duyduğu bir ortama sadece
altınını değil, tüm birikimini getirecektir.
Özetle, altının bugünkü yükselişi yalnızca ekonomik
bir veri değil; toplumsal bir mesajdır. Yastık altındaki altınlar, Türkiye’nin
görünmeyen servetidir ama aynı zamanda sistemle halk arasındaki mesafenin bir
göstergesidir. O mesafe kapanmadıkça, altın yükselmeye devam eder. Belki bu yüzden,
her parlayan bilezikte sadece bir yatırım değil, bir uyarı da vardır: Güven,
paradan değerlidir. Ve Türkiye’de güvenin adı hâlâ altındır.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder