Ankara’nın Başkent Oluşu ve Önemi

13 Ekim 1923… Türk milletinin tarihinde yeni bir başlangıcın adıdır bu. O gün, bir şehir sadece başkent olmadı; bir milletin kalbi, aklı ve umudu oldu. Ankara, yorgun bir imparatorluğun küllerinden doğan genç cumhuriyetin ilk nefesiydi. Anadolu’nun ortasında, sade ama kararlı bir duruşun sembolü olarak yükseldi.

Ankara… Cumhuriyetimizin kalbi, milletimizin ortak hafızasıdır. Sadece bir şehir değil, bir duruştur Ankara. Gri sokaklarının arasında kırmızı bayrağın gururla dalgalandığı, sessiz ama güçlü bir şehirdir. Mustafa Kemal’in adımlarını Meclis’in taş duvarlarında hissedersiniz. Şehrin ortasında, Anıtkabir’in vakur sessizliği size hem geçmişin azmini hem geleceğin umudunu hatırlatır.

Kurtuluş Savaşı yıllarında, İstanbul işgal altındayken Mustafa Kemal Paşa Anadolu’nun ortasında, güvenli ama sade bir merkez arıyordu. Aradığı sadece coğrafi bir yer değildi; bir ruh, bir irade merkeziydi. İşte bu yüzden Ankara’yı seçti. Çünkü burası Anadolu’nun kalbiydi, düşman toplarının ulaşamayacağı, halkın nefes aldığı son sığınaktı.

O dönemde Ankara, bozkırın ortasında küçük bir kasabaydı belki ama içinde büyük bir irade taşıyordu. İstanbul’un görkemi altındaydı, ama Ankara’nın özgürlüğü vardı. Atatürk’ün şu düşüncesi, bu tercihi en iyi özetler: “Yeni bir devletin doğacağı yer sade ama güçlü olmalı.”

Evet, sade ama güçlü. Tıpkı Ankara gibi.

13 Ekim 1923’te Meclis’te alınan kararla Ankara, resmen Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edildi. Bu karar, sadece bir idari düzenleme değil, bir zihniyet devrimiydi. Artık başkent, sarayların değil, milletin olacaktı. Gücün kaynağı, halkın iradesiydi. Bu yüzden Ankara, sadece devletin merkezi değil, cumhuriyetin vicdanı haline geldi.

Ankara’nın sokaklarında yürüdüğünüzde, o günlerin heyecanını hala hissedersiniz. Her binada, her anıtta, her taşta bir tarih yatar. Sabah Kocatepe’de huzur bulur, akşam Atatürk Bulvarı’nda yaşamın nabzını tutarsınız. Ankara’nın gri taşları, geçmişin azmini ve geleceğe olan inancı taşır. Bu şehirde gösteriş yoktur ama derin bir duruş vardır.

Rüzgârı serttir ama insanı merttir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara adeta yeniden inşa edildi. Bozkırın ortasında bir başkent yükseldi. Avrupa’dan gelen mimarlar, genç cumhuriyetin ruhunu yansıtan sade ama zarif binalar yaptı. Meclis binası, tren garı, bakanlıklar, Ulus Meydanı… Her biri bir dönemin gururunu taşır. Ankara, “Biz artık varız” diyen bir milletin sessiz haykırışıdır.

Ankara, sadece yönetim merkezi değil, aynı zamanda bilimin, kültürün ve düşüncenin şehridir. Türkiye’nin en köklü üniversiteleri, düşünce kuruluşları, sanat kurumları burada filizlenmiştir. Çünkü Ankara, düşüncenin olgunlaştığı, kararların şekillendiği yerdir. Burada acele yoktur; ölçü vardır. Burada gösteriş yoktur; derinlik vardır.

Kimi zaman gri, kimi zaman sessiz görünür ama bu sessizlik bir disiplini, bir ciddiyeti saklar.

Ankara’nın başkent seçilmesinde stratejik akıl da rol oynamıştır. Anadolu’nun merkezinde oluşu, ülkenin dört bir yanına eşit mesafede bulunması ve güvenli konumu onu ideal bir merkez yapmıştır. Ancak coğrafya tek başına açıklayamaz bu tercihi. Asıl sebep, Ankara’nın ruhunda saklı olan o milli direniş, dayanışma ve yeniden doğuş enerjisidir.

Ankara'yı anlatmak, aslında Türkiye'yi anlatmaktır. Zira bu şehir, bir milletin tüm mücadelesini, tükenmez sabrını ve sarsılmaz kararlılığını kendi içinde taşır. İşte bu yüzden, her 13 Ekim geldiğinde, o günün derin anlamını anımsarken, aslında kendimize çok daha temel bir gerçeği hatırlatırız: Biz burada yalnızca bir ülkenin başkentini kurmadık; biz, bir ideali inşa ettik.

Ankara’nın sessizliğinde bile bir vakar vardır. Anıtkabir’in önünde duran her insan, geçmişle bugünün buluşmasına tanıklık eder. O taş merdivenlerden yukarı çıkarken, sadece bir liderin hatırasına değil, bir milletin bağımsızlık iradesine saygı duyarsınız. Anıtkabir’in vakur duruşu, bu ülkenin ruhunu temsil eder.

Ankara’nın soğuğu, insanlarını birbirine yaklaştırır. Sokak lambalarının altında yürürken, şehirdeki sessizlik size huzur verir. Çünkü Ankara, bağırmadan anlatır, gösterişsiz sever. Bu şehirde sıcaklık, kelimelerde değil, yüreklerde saklıdır.

Bugün Türkiye’nin her kararı burada alınır. Meclis’te yükselen her ses, Cumhuriyet’in kalbinden yankılanır. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden çıkan her karar, ülkenin dört bir yanına yön verir. Ankara, sadece yönetim değil, aynı zamanda yön duygusudur.

Devlet aklının, milli vicdanın ve ortak hafızanın kesiştiği noktadır.

Her yıl 13 Ekim geldiğinde, bu büyük vizyonun değerini bir kez daha anlarız. Eğer Ankara başkent olmasaydı, belki de Cumhuriyet’in temelleri bu kadar sağlam atılamazdı. Çünkü Ankara, sadece bir şehir değil, bir ruhtur. O ruh, sabırla, azimle, vatan sevgisiyle yoğrulmuştur.

Ve unutmamak gerekir: Güç her zaman gösterişte değil, duruştadır.

Ankara, işte o duruşun adıdır.

Cumhuriyet’in kalbi, milletin sesi, geleceğin umududur.

Bugün, Ankara'nın başkent oluşunun yıldönümünü büyük bir gururla kutluyoruz.

Bu vesileyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; bu tarihi ve kritik kararı alarak başkentimizi bugünkü güçlü ve onurlu konumuna taşıyan tüm kahramanlarımızı, derin bir saygı, rahmet ve minnetle anıyorum. Onların azmi ve vizyonu sayesinde Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin kalbi olmaya devam ediyor.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe