6 Ekim 1924 İstanbul’un Kurtuluşu: Geldikleri Gibi Gittiler
Takvim yaprağına baktığımızda 6 Ekim sadece bir gün gibi durabilir. Oysa bu tarih, bir milletin esaretten kurtulup, özgürlüğe kavuştuğu anın simgesidir. O, sıradan bir gün değil, şanlı tarihimizin kalp atışı, bağımsızlık ruhumuzun asla sönmeyecek meşalesidir. O gün, İstanbul’un hasreti bitti, koca bir ulusun ruhu yeniden canlandı. 6 Ekim, bizim ebedi onurumuzdur.
Her yıl bu tarih
geldiğinde, içimde bir sızıyla karışık derin bir gurur belirir. Çünkü 6 Ekim,
esaretin zincirlerinin çözüldüğü, bir şehrin yeniden nefes aldığı gündür.
İstanbul’un kurtuluşu, sadece kuru bir askeri zaferden ibaret değildi; o, aynı
zamanda bütün milletimizin "yeniden diriliş" hikayesidir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun
o son demlerinde, İstanbul, adeta işgalin zifiri karanlığına bütünüyle teslim
olmuştu. Şehrin limanlarında yabancı bayraklar dalgalanıyor, sokaklarında
işgalci askerlerin ağır ve kasvetli ayak sesleri yankılanıyordu. Boğaz'a
demirlemiş o devasa gemiler, bir zamanların görkemli payitahtının üzerine derin
bir gölge düşürmüştü. En acısı da, halk kendi öz vatanında birer yabancı, birer
misafir gibi yaşamaktaydı.
Fakat o sessizliğin
ve karanlığın içinde bile sönmeyen bir umut vardı. O umudu, bir gün İstanbul’un
kurtuluşunu müjdeleyecek kadar güçlü kılan, milletin o sarsılmaz inancıydı.
İşte tam da o
kasvetli günlerde, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'un işgal altındaki o hazin
manzarasını gördüğünde, tarihe kazınacak şu sözü söyledi: “Geldikleri gibi
giderler.” Bu cümle, sadece bir meydan okuma değil, aynı zamanda sarsılmaz bir
inancın beyanıydı. O sözün içinde öyle bir özgüven ve kararlılık vardı ki;
milletin ruhunu saran tüm karanlığın ortasına adeta bir kıvılcım gibi düştü. Ve
o minik kıvılcım, zamanla büyüyerek, Anadolu'nun her köşesinde yayılan muazzam
bir ateşe dönüştü.
Anadolu’da başlayan
direniş hareketi, Sakarya’da, Dumlupınar’da destanlaştı. Kazanılan her zafer,
İstanbul’un esaretten kurtulacağına dair inancı biraz daha güçlendiriyordu.
Artık millet, topyekun ayağa kalkmış, kaderine sahip çıkmıştı.
Ve nihayet 6 Ekim
1923 sabahı geldi. Şükrü Naili Paşa komutasındaki kahraman Türk ordusu, büyük
bir vakar içinde İstanbul’a girdi. İşgal kuvvetleri birer birer gemilere binip
giderken, Boğaz’ın sularında yankılanan sessizlik bile anlam yüklüydü. Evet,
Paşa’nın yıllar önce söylediği o cümle artık bir kehanet değil, somut bir
gerçeğe dönüşmüştü: Geldikleri gibi gitmişlerdi.
İstanbul halkı o
sabah sokaklara döküldü. Gözyaşlarıyla karışık bir sevinç, Boğaz’ın iki yakasında
yankılandı. Kadınlar evlerinin pencerelerinden Türk bayrakları sallıyor,
çocuklar “yaşasın” diye bağırıyordu. Ama o sevinç çığlıkları arasında derin,
saygılı bir sessizlik de vardı. Çünkü herkes biliyordu ki, bu zafer kolay
kazanılmamıştı. Binlerce şehidin kanı, milyonlarca insanın duası ve bir liderin
kararlılığı bu günü mümkün kılmıştı.
6 Ekim, sadece bir
askeri geri çekilme tarihi değildir. Bu tarih, teslimiyetin reddedilişidir. Bir
milletin, "biz bittik" diyenlere verilen cevabıdır. O yüzden bu gün,
takvimdeki sıradan bir rakam değil; bir milletin hafızasında mühürlü bir gurur
sayfasıdır.
İstanbul’un
kurtuluşu, aynı zamanda bir milletin ruhunun özgürleşmesidir. Çünkü o gün
sadece yabancı askerler değil, karamsarlık da çekip gitmiştir bu topraklardan.
Türk milleti yeniden nefes almış, yeniden “ben varım” demiştir. Ve bu ses,
sadece İstanbul’un değil, bütün Anadolu’nun kalbinde yankılanmıştır. Düşman
gemileri Boğaz’dan ayrılırken, bu şehir sadece özgürlüğünü değil, onurunu da
geri aldı. Artık minarelerde ezanlar serbestçe yankılanıyor, bayraklar
korkusuzca dalgalanıyordu. Bir zamanlar işgalin gölgesinde susan İstanbul, o
gün yeniden konuştu; her sokağı, her taşı “özgürlük” kelimesini fısıldadı.
Bugün, aradan yüz
yıla yakın bir zaman geçmiş olsa da, 6 Ekim hala aynı duyguyu taşır. Belki
şehir değişti, köprüler çoğaldı, sokaklar kalabalıklaştı ama o ruh hala
İstanbul’un havasında dolaşır. Galata Kulesi’ne baktığınızda o sessiz gururu
hissedersiniz, Boğaz’dan geçen her vapurun dumanında o sabahın sevinci vardır.
Çünkü bazı günler sadece geçmişte yaşanmaz; zamanı aşar, bugüne kadar gelir.
6 Ekim bize bir şeyi
hatırlatır: Bağımsızlık, bir kez kazanılıp rafa kaldırılacak bir armağan
değildir. Her nesil onu yeniden korumalı, yeniden anlamalı, yeniden sahip
çıkmalıdır. Çünkü unutmak, esareti davet etmektir. Tarihten alınan en büyük
ders budur.
Benim için 6 Ekim,
sadece bir kurtuluş günü değil, aynı zamanda bir teşekkür günüdür. O günü bize
armağan edenlere, o sokaklarda yürüyen askerlere, o duaları eden annelere, o
umudu diri tutan halka… Hepsine sonsuz bir minnet duyarım. Ve her 6 Ekim
sabahı, içimden aynı cümle geçer:
“Ne mutlu o günün
tanıklarına, ne mutlu bu günün mirasçılarına.”
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder