Unutulmayan İzler: 12 Eylül'ün Mirası
12 Eylül 1980, Türkiye'nin yakın tarihinin en karanlık dönemeçlerinden biri. Bu tarih, sadece bir askeri darbe değil, aynı zamanda toplumun tüm kılcal damarlarına nüfuz eden bir kırılma noktasıydı. O sabahın erken saatlerinde sokağa çıkan tanklarla başlayan bu süreç, siyasi yaşamı olduğu gibi bireylerin gündelik hayatını, özgürlük algısını ve hayata bakışını da derinden değiştirdi. Üzerinden on yıllar geçmesine rağmen, 12 Eylül dendiğinde akla hâlâ baskı, yasaklar, kayıplar ve susturulmuş bir toplum geliyor. Bu yönüyle 12 Eylül darbesi, yalnızca siyasi bir olay değil, tüm bir milletin ruhuna işleyen büyük bir travma.
O dönemin koşullarını
düşündüğümüzde, sokaklarda şiddetin kol gezdiği, sağ-sol çatışmalarının her gün
can aldığı ve siyasi istikrarsızlığın tavan yaptığı bir tablo beliriyor.
Meclis'in kilitlendiği, hükümetlerin birbiri ardına değiştiği, insanların her
güne çatışma haberleriyle başladığı bir ortamda, "güvenlik" adına
atılan adımların halkın demokrasiye olan inancını zedelediğini söyleyebiliriz.
Darbe, her ne kadar bu kaotik durumu sona erdirme gerekçesiyle yapılmış olsa
da, zamanla arkasında çok daha derin hesapların olduğu anlaşıldı. 12 Eylül,
siyasetin askıya alındığı, tüm partilerin kapatıldığı, liderlerin tutuklanıp
bir daha eski güçlerine kavuşamayacak şekilde susturulduğu bir dönemi başlattı.
Askeri yönetimin en
büyük adımı, 1982 Anayasası’nın hazırlanmasıydı. Bu anayasa, özgürlükleri
kısıtlayan, devleti bireyin üstünde gören, siyaseti dar bir kalıba sokan
yapısıyla uzun yıllar Türkiye’nin önünü tıkamıştır. Yasaklar sadece partilerle
sınırlı kalmamış, sendikalar, dernekler, basın ve üniversiteler de ağır
baskılar altında kalmıştır. O yıllarda kitaplar toplatılmış, şarkılar
yasaklanmış, düşünmek bile bir suç haline gelmiştir. Cezaevlerinden gelen
işkence haberleri, kaybolan gençler ve idam edilen gencecik fidanlar, 12
Eylül’ün en acı yüzünü oluşturur. Bir nesil, korku ve sessizlikle büyümek
zorunda bırakılmıştır.
Darbenin bir başka
boyutu da ekonomiydi. 24 Ocak kararlarıyla başlayan yeni ekonomik model, 12
Eylül’ün gölgesinde uygulamaya konuldu. Bu model serbest piyasa ekonomisini öne
çıkarıyor, devletin ekonomideki rolünü küçültüyordu. Ancak demokrasi askıya
alınmışken, bu kararların toplumda tartışılmasına imkân tanınmadı. Sonuç olarak
işçiler, memurlar ve emekçiler sendikalarının susturulmasıyla hak arama
yollarını kaybetti. Darbe, sermayenin önünü açarken, geniş halk kesimlerinin
sesini kısmış oldu. Böylece siyasi baskının yanında ekonomik adaletsizlikler de
derinleşti.
12 Eylül aynı zamanda
toplumsal hafızada derin yaralar açtı. Üniversitelerde öğrenciler fişlendi,
öğretim üyeleri görevlerinden uzaklaştırıldı, kültürel hayat adeta çoraklaştı.
İnsanlar birbirlerine güvenemez hale geldi, “konuşursam başıma iş gelir”
korkusu gündelik yaşamın bir parçası oldu. Bu korku kültürü, nesiller boyu
devam eden bir sessizlik yarattı. Darbenin ardından büyüyen çocuklar, anne
babalarının yaşadığı acıları doğrudan görmese de, evlerdeki suskunluktan,
çekingenlikten ve devlet karşısındaki ürkek tavırlardan etkilendi. Bu da
toplumun demokrasiye bakışında kalıcı bir gölge bıraktı.
Bugün 12 Eylül’ü
geriye dönüp değerlendirdiğimizde, onun sadece geçmişte kalmış bir tarih
sayfası olmadığını fark ediyoruz. Çünkü o gün atılan adımların pek çok etkisi
hâlâ hayatımızın içindedir. 1982 Anayasası hâlâ yürürlüktedir, defalarca
değişmiş olsa da ruhu hâlâ hissedilir. Siyasi partilerin örgütlenme
biçimlerinden sendikaların zayıflığına, basının oto sansüründen toplumun
siyasete yaklaşımına kadar birçok konuda 12 Eylül’ün izlerini görmek mümkündür.
Elbette toplum
hafızası güçlüdür. Yıllar içinde, darbenin açtığı yaraları hatırlatan anılar,
kitaplar, filmler ve tanıklıklar çoğaldı. Artık insanlar, “bir daha asla”
diyerek darbelere karşı daha bilinçli bir duruş sergiliyor. Demokrasi her ne
kadar zaman zaman sarsılsa da, 12 Eylül’ün ağır bedeli, darbe zihniyetine karşı
en büyük uyarı olarak hafızalarda duruyor.
Özetle, 12 Eylül
1980, yalnızca bir askeri müdahale olarak kalmayıp, bir toplumun hafızasında
derin bir yara açmıştır. Demokrasi ve özgürlüklerin kıymeti o gün yaşananlarla
bir kez daha anlaşıldı. Darbeler güvenlik ya da düzen getirme iddiasıyla gelse
de, geride bıraktıkları hep acı, yıkım ve pişmanlık oldu. Bugün bizlere düşen,
geçmişten ders çıkararak bir daha aynı hatalara düşmemek, özgürlükleri ve
demokrasiyi her koşulda savunmaktır. Çünkü 12 Eylül’ün en büyük öğretisi,
milletin iradesinin üzerinde hiçbir gücün olmaması gerektiğidir.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder