Kur Korumalı Mevduat: Kısa Vadeli Çözüm, Uzun Vadeli Yük

Türkiye ekonomisi son yıllarda belki de Cumhuriyet tarihinin en zorlu sınavlarından birini veriyor. Bir yanda dövizdeki sert yükseliş, diğer yanda vatandaşın giderek ağırlaşan borç yükü arasında sıkışan bir tablo var. 2021’in son günlerinde hayata geçirilen Kur Korumalı Mevduat uygulaması, işte tam da böyle bir dönemin ürünüydü. Amaç, Türk Lirası’nın değer kaybını önlemek, vatandaşın dövize yönelmesini durdurmak ve piyasaları sakinleştirmekti. O günlerde döviz kurunun tarihi rekorlar kırması, birikim sahiplerini hızla yabancı paraya yönlendiriyor, bu da ekonomik dengeleri sarsıyordu. Hükümetin bulduğu çözüm basit görünüyordu: Vatandaş TL’de kalacak, eğer kur artışı faiz getirilerini aşarsa, aradaki farkı Hazine ya da Merkez Bankası ödeyecekti. Böylece kur riski vatandaşın değil, kamunun sırtına yüklenmiş oluyordu.

İlk etapta bu formül işe yarar gibi göründü. Döviz talebi frenlendi, piyasada geçici bir güven ortamı oluştu ve Türk Lirası bir nebze nefes aldı. Fakat kısa süre içinde sistemin görünmeyen maliyeti gün yüzüne çıkmaya başladı. Çünkü kurdaki yükseliş devam ettikçe fark ödemeleri katlanarak arttı. Özellikle büyük mevduat sahipleri bu uygulamadan en çok kazanan kesim oldu. Devletin kasasından milyarlarca lira çıkarken, kazanç belirli bir grupta toplanıyor, fatura ise vergi mükellefleri üzerinden tüm topluma yayılıyordu. Başka bir deyişle, küçük bir kesim büyük avantaj sağlarken, maliyet toplumun geneline dağıtıldı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, KKM’nin hem kamu bütçesine ağır bir yük bindirdiğini hem de para politikasının işleyişini bozduğunu defalarca dile getirdi. Ona göre bu sistem, kısa vadeli pansuman niteliğinde olsa da uzun vadede Türkiye’ye zarar veriyordu. Bu nedenle uygulamanın kademeli olarak sona erdirilmesi kararı alındı. Ancak bu karar, beraberinde yeni sorunları da getirdi. Merkez Bankası ciddi kayıplar yaşadı, kamu maliyesinde büyük açıklar oluştu ve ekonomi yönetimi bu açığı kapatmak için vergi artışları ve faiz politikaları gibi sert adımlar atmak zorunda kaldı.

Yükselen enflasyon, azalan alım gücü ve artan faiz oranları derken tüm bu gelişmelerin yükü en çok da vatandaşın omuzlarına bindi. Krediye erişimin zorlaşmasıyla birlikte geçim sıkıntısı daha da derinleşti. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanan insanlar bankalara yönelmek zorunda kaldı. Maaşların yetersiz kalmasıyla kredi kartı borçları katlandı, bireysel krediler kaçınılmaz hale geldi. Kredi kartı, artık yalnızca bir ödeme aracı olmanın ötesine geçerek adeta hayatta kalma aracına dönüştü. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu zorlu durum, bu tabloyla gözler önüne seriliyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre, 8-15 Ağustos 2025 tarihleri arasında vatandaşların bireysel kredi ve kredi kartı borçları tam 82,6 milyar lira artış göstererek 5 trilyon 17 milyar liraya ulaştı. Dile kolay, 5 trilyon lira! Bu devasa rakam, sadece kuru bir istatistik değil; milyonlarca ailenin içine düştüğü ekonomik sıkışıklığın somut bir göstergesi. Bugün Türkiye'de milyonlarca insan, maaşını daha almadan borçlarını kapatmak zorunda kalıyor; çoğu zaman bir borç, başka bir borçla ödenmeye çalışılıyor. Borçlarla ayakta duran bir ekonomi, sürdürülebilir olmaktan çok uzak.

Devletin yükü maliyetleri topluma yayarken, bireyler de borçlarla boğuşuyor. Kredi ve kart borçları, vatandaşların sırtına binen bir yük haline geldi. Esasında tüm bu yük, yani devletin maliyetleri de bireylerin borçları da aynı kaynaktan, halkın cebinden çıkıyor. Vatandaşların bugün yaşadığı sıkıntılar, ekonomideki köklü sorunların geçici çözümlerle üstünün kapatılmaya çalışılmasının bir sonucu.

Bugün geldiğimiz noktada şu soruyu sormamak imkânsız: Karaya mı oturduk? Ekonomide alınan kararların, uygulanan politikaların faturasını en ağır şekilde ödeyen yine vatandaş oldu. 5 trilyon lirayı aşan bireysel borç, sadece bugünün değil yarının da en büyük krizi olma potansiyeline sahip. Çünkü bu borç, yalnızca rakamlarla ifade edilen bir yük değil; mutfağında yangın çıkan milyonlarca ailenin gerçeği. Maaşından artan tek kuruşu olmayan, günü kredi kartıyla döndürmeye çalışan insanlar için tablo, artık bir istatistiğin ötesinde yaşanmış bir dram.

Türkiye’nin bu kısır döngüden çıkışı, günü kurtarmaya yönelik pansuman tedbirlerle mümkün değil. Üretime dayalı bir büyüme modeli, mali disiplin, şeffaflık ve en önemlisi güven veren bir ekonomi yönetimi şart. Vatandaşın geleceğe dair umutla bakabilmesi için sadece rakamların düzelmesi yetmez, aynı zamanda adaletli bir yük paylaşımı ve kalıcı çözümler gerekir. Bugün ekonomi yönetiminin önünde duran en büyük görev, topluma yük olan bu borç sarmalını hafifletmek ve vatandaşın nefes alabileceği bir zemin yaratmaktır. Aksi halde, her geçen gün büyüyen borç dağının altında ezilen milyonlarca insanın çaresizliği daha da artacak ve ülke ekonomisi yeni bir krizin eşiğine sürüklenecektir.

Kısacası, Kur Korumalı Mevduat ile başlayan ve bugün bireysel borç rekorlarıyla devam eden süreç, Türkiye’nin ekonomide kısa vadeli çözümlerle nereye varabileceğinin en somut göstergesi oldu. Vatandaş artık günü kurtarmak değil, geleceğini güvenle inşa etmek istiyor. Bunun yolu ise ancak uzun vadeli, akılcı ve adil bir ekonomik vizyonla mümkün olabilir.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe