İşsizlik Tablosu: Rakamların Ötesindeki Acı Gerçek

Türkiye, bugün yüzde 8,6'lık bir resmî işsizlik oranıyla karşı karşıya. Bu rakam ilk bakışta çok büyük durmayabilir, ancak ardında çok daha ağır ve karmaşık bir gerçek yatıyor. Resmî işsiz sayısı 3 milyonu aşsa da, potansiyel işsizleri ve eksik istihdamda olanları da kapsayan geniş tanımlı işsizlik hesaba katıldığında bu sayı neredeyse üçte bir oranında artıyor.

İşgücü piyasamızda sessizce büyüyen, görünmez bir kriz var. Bu krizden en çok etkilenenler ise gençler ve kadınlar. Onların hayatları ve gelecekleri, mevcut ekonomik yapının yarattığı boşluklarla şekilleniyor. Bu durumu ilk kez kaleme alırken hissettiğim endişeyi kelimelere dökmek istedim, çünkü bu tabloya gözümüzü kapatmak sadece sorunu daha da derinleştirecektir.

Resmî rakamların ötesine baktığımızda genç işsizliği gerçekten dikkat çekici. 15-24 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 15,9'u iş bulamıyor. Bu oran, genç kadınlarda ise maalesef yüzde 23,7'ye kadar çıkıyor. Düşününce, neredeyse her üç genç kadından biri işsiz kalıyor. Bu durum yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir yara da açıyor.

Gençlerin eğitim hayatlarını, hayallerini ve ailelerini derinden etkiliyor. İşsizlikle yüzleşmek sadece bir gelir kaybı değil, aynı zamanda umutsuzluğa ve motivasyon kaybına da yol açıyor. Yıllarca eğitim alıp, büyük çabalar gösteren gençler, karşılarında adeta aşılması güç bir duvar buluyor. Bu duvar, Türkiye'nin geleceğini inşa edecek genç beyinleri ya geri çekiyor ya da yeteneklerini yurt dışında aramaya itiyor.

Türkiye'de kadın işsizliği, maalesef ki can yakıcı bir gerçek. Kadınlarımızın iş gücüne katılım oranı, erkeklere kıyasla hala çok düşük seviyelerde. En endişe verici olanı ise, genç kadınlar arasındaki işsizlik oranı genç erkeklerin neredeyse iki katı. Bu durum, sadece bireysel bir problem olmaktan öte, tüm toplumu derinden etkileyen ve acil çözüm gerektiren büyük bir sorun.

Maalesef, ekonomik yapımızda endişe verici bir değişim gözlemliyoruz. Bir zamanlar ekonominin bel kemiği olan sanayi ve tarım sektörleri, ne yazık ki ciddi bir daralma yaşıyor. Bu durum, sadece işsizliğin artması anlamına gelmiyor, aynı zamanda yılların birikimi olan bilgi ve deneyimin de kaybolmasına neden oluyor.

Diğer yandan, hizmet ve inşaat sektörleri büyüyor. Ancak bu büyüme, sanayi ve tarım sektörlerindeki kayıpları tam olarak telafi edemiyor. Hizmet ve inşaat alanındaki işler genellikle daha düşük ücretli ve geçici işler. Yani insanlar bir şekilde çalışıyor ama geleceğe dair kalıcı bir güvenceye sahip olamıyor. Üretimden kopuş, aslında toplum olarak sahip olduğumuz kolektif bilgi ve becerileri kaybetmek demek. Bu değişim, uzun vadede ekonomik refahımızı ve sürdürülebilirliğimizi ciddi şekilde tehdit ediyor.

Geniş tanımlı işsizliği, yani atıl işgücünü de göz önüne aldığımızda tablo daha da karanlıklaşıyor. Türkiye’de atıl işgücü oranı yüzde 32’ye yükselmiş durumda. Bu, üç kişiden birinin aslında çalışmak istediği ama iş bulamadığı anlamına geliyor. İş arayan ama bulamayan, mevcut işinde yeterli saat çalışamayan veya yeteneklerini kullanamayan milyonlarca insan var. Bu insanlara ekonomik sistemin dışında kalmış gibi bakmak büyük bir haksızlık olur. Onlar potansiyel işgücümüz; yetenekleri, enerjileri ve emekleriyle ülkenin üretim kapasitesini güçlendirebilirler. Ama sistem onları görünmez kılıyor.

Bu durum karşısında ne yapabiliriz? Öncelikle, sorunla yüzleşmek ve sadece resmi verilerle yetinmeyip gerçek durumu tüm çıplaklığıyla görmek çok önemli. Gençlerin ve kadınların iş hayatına daha fazla dahil olmasını sağlayacak özel politikalar geliştirmek, atıl duran bu büyük potansiyeli harekete geçirmek için kritik bir adım.

Sanayi ve tarımı canlandırmak için uzun vadeli stratejiler geliştirmeliyiz. Geçici sektörlere bel bağlamak yerine, daha kalıcı ve nitelikli iş imkanları yaratmaya odaklanmalıyız. İşsizlerin yeteneklerini ekonomiye kazandıracak projelerle hem bireylere hem de topluma fayda sağlamalıyız.

Rakamların ardındaki insan hikayeleriyle, Türkiye'nin iş gücü piyasasının gerçeklerini yansıttım. İşsiz kalan gençler, evine ekmek götürmeye çalışan kadınlar ve üretimden uzaklaşmış emekçiler... Onların hayatları, umutları ve gelecekleri bu durumdan doğrudan etkileniyor. Çünkü işsizlik sadece ekonomik bir veri değil; aynı zamanda toplumsal bir görev ve vicdan meselesidir. Türkiye'nin geleceği, bu görünmeyen ama çok gerçek krizle nasıl başa çıkacağına bağlı.

Sonuç olarak, işsizlik rakamları sadece bir sayıdan ibaret değil. Onların ardında kaybolan hayatlar, yetenekler ve umutlar var. Eğer biz bu tabloyu görmezden gelirsek, sadece bugünü değil, yarını da kaybederiz. Ama eğer bu tabloyu anlamak, çözüm üretmek ve sistem dışındaki insanları yeniden ekonomiye kazandırmak için adım atarsak, Türkiye’nin geleceği için umut hâlâ var. İşsiz sayısı arttıkça umutsuzluk da artıyor, ama doğru politikalar ve farkındalıkla bu tablo tersine çevrilebilir. Bu yüzden ben bugün ilk kez bu yazıyı yazarken hem kaygı duyuyorum hem de bir umut ışığı görmek istiyorum; çünkü bu ülke, potansiyeli ve enerjisiyle her krizden çıkabilecek güçte.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe