Güven Kaybı: Ekonomik Krizin Başlangıcı
Ekonomik kriz… Kulağa çok teknik bir kavram gibi gelse de, aslında toplumun her bireyinin hayatına doğrudan dokunan, hatta bazen hayatı alt üst eden bir süreçtir. Krizin başlangıcı çoğu zaman bir rakamın, bir grafiğin ya da borsa endeksinin iniş çıkışıyla değil; toplumun ve piyasaların hissettiği güven kaybıyla olur. Bu güven kaybı, tıpkı durgun bir göle atılan taş gibi hızla yayılır, ekonominin tüm alanlarına sirayet eder.
Bir ülkede güven kaybolmaya başladığında, domino taşları gibi birbirini
tetikleyen olaylar yaşanır. Öncelikle para biriminin değeri düşer. Kur artar,
alım gücü azalır. Üretim süreçlerinde aksamalar başlar. Maliyetler öngörülemez
hale gelir, planlama yapmak zorlaşır. Firmalar, ayakta kalabilmek için en hızlı
çözümü bulur: İşçi çıkarmak. İşsiz kalan insanların harcama gücü azalınca talep
düşer, bu da üreticiyi daha da zor durumda bırakır.
Bu sırada sermaye, güvenin kalmadığı bir ortamda durmak istemez. Yerli
yatırımcı parasını güvenli gördüğü alanlara çeker, yabancı yatırımcı ise ülkeyi
terk eder. Yani yabancı sermaye girişi durur, yerini sermaye çıkışı alır.
Bankacılık sistemi de bu dalgalanmadan payını alır; kredi kanalları daralır,
finansmana erişim zorlaşır. Böylece ekonomik kriz derinleşir, toplumun en
zengininden en yoksuluna kadar herkes etkilenir.
Türkiye, ne yazık ki ekonomik krizlere hiç de yabancı değil. Özellikle
1989, ekonomimiz için bir dönüm noktası oldu. O yıl, sermaye hareketlerinin
serbest bırakılmasıyla birlikte Türkiye, küresel finans akışlarına daha fazla
entegre oldu. Her ne kadar bu durum yatırım ve büyüme fırsatlarını artırsa da,
aynı zamanda ekonomimizi uluslararası dalgalanmalara ve ani sermaye çıkışlarına
karşı daha hassas bir konuma getirdi.
Bu hassasiyetin sonuçlarını 1994'te de acı bir şekilde
yaşadık. 5 Nisan
Kararları olarak bilinen sert ekonomik tedbirler, o dönemin krizinin en
belirgin göstergesiydi. Döviz kurları fırlamış, faizler yükselmiş, enflasyon
çift hanelere yerleşmişti. Halkın alım gücü hızla düşerken, devlet bütçesi ve
özel sektör borç yükü altında ezilmişti.
Aradan çok geçmeden, 2000 ve 2001 yıllarında ardı ardına gelen krizlerle
yüzleştik. 2001 krizi, Cumhuriyet tarihimizin en ağır ekonomik krizlerinden
biri olarak kayıtlara geçti. Bankalar birbiri ardına iflas etti, binlerce
işletme kepenk kapattı, işsizlik rekor seviyelere ulaştı. Türk Lirası, bir
gecede ciddi oranda değer kaybetti. Sokaktaki vatandaş için bu, cebindeki
paranın yarısının erimesi demekti. 2002 yılında kriz etkilerini hâlâ hissettiriyordu;
toparlanma sancılı ve yavaş oldu.
2008 küresel finans krizi ise başka bir boyuttu. ABD’de başlayan mortgage
krizi kısa sürede tüm dünyaya yayıldı. Türkiye, 2001’den sonra bankacılık
sektörünü güçlendirdiği için finansal anlamda bu krizi görece daha az hasarla
atlattı, ancak ihracata dayalı sektörlerde ciddi bir daralma yaşandı. İşsizlik
oranı yeniden yükseldi, sanayi üretimi düştü.
Derken, 2018 ile 2022 yılları arasındaki süreçte, yine derin bir ekonomik
dalgalanmanın içine girdik. Bu defa sadece ekonomik değil, siyasi faktörler de
işin içindeydi. Kur şokları, enflasyonda tarihi seviyeler, faiz politikaları ve
dış ilişkilerde yaşanan gerilimler, piyasaları iyice sıkıştırdı. Pandemi
dönemiyle birleşince, hem üretim hem de tedarik zincirleri büyük darbe aldı.
İnsanlar sadece geçim derdi değil, aynı zamanda belirsizlik korkusuyla da
mücadele etmek zorunda kaldı.
Geriye dönüp baktığımızda, krizlerin farklı sebepleri olabilir: Kimi zaman
siyasi hatalar, kimi zaman global dalgalanmalar, kimi zaman ise yapısal
sorunlar… Ama tümünde ortak bir nokta var: Her şey güven kaybıyla başlıyor.
Güven, ekonomide en az para kadar değerli bir kavramdır. Bir yatırımcı,
geleceğe güvenmediği ortamda yatırım yapmaz. Bir tüketici, yarın işini kaybetme
korkusuyla alışverişini kısar. Bankalar kredi vermek istemez, şirketler yatırım
planlarını erteler. Böyle bir ortamda, rakamlarla oynamak ya da geçici önlemler
almak sadece krizin ertelenmesine yarar.
Bu yüzden ekonomik krizden çıkışın da ilk adımı güveni yeniden tesis
etmektir. Güven, güçlü bir hukuk sistemiyle, şeffaf ve öngörülebilir ekonomi
politikalarıyla, liyakate dayalı yönetimle sağlanır. İnsanlar, parasının
değerini koruyacağına, emeğinin karşılığını alacağına, devletin ve kurumların
adil davranacağına inanırsa; krizlerin etkisi de hafifler.
Türkiye’nin geçmiş krizlerinden çıkaracağı en önemli ders, sadece
rakamlarla değil, duygularla da ekonomi yönetildiğidir. Çünkü ekonomi,
matematik kadar psikolojinin de işidir. Bir ülkede yatırımcıların, üreticilerin
ve tüketicilerin moralini bozan her gelişme, ekonomik göstergelerde bir yankı
bulur.
Kısacası, ekonomik krizler sadece piyasaların değil, toplumun tamamının
sınavıdır. Bu sınavı başarıyla geçmenin yolu ise güveni korumaktan geçer. Güven
kaybedildiğinde, ekonominin dişlileri yavaş yavaş durur; güven yeniden
kazanıldığında ise, aynı dişliler tekrar dönmeye başlar. Bizim için önemli
olan, krizlerin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek değil, krizleri daha en
başından önleyecek sağlam temelleri atabilmektir.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder