Bilgi Biriktirenler ve İnsan Kalanlar

Hayatın bir döneminde bilgiyi her şeyden üstün tutardık. Ne kadar çok öğrenirsek, o kadar başarılı ve akıllı olacağımızı düşünürdük. Raflar dolusu kitap, sayısız belgesel ve entelektüel tartışmalar, içimizde bir "üstünlük" hissi yaratıyordu. Ancak çok bilgili olmalarına rağmen, insani değerlerden uzaklaşmış insanları gördükçe bu düşüncemiz değişti.

O an anladım ki, asıl mesele, ne kadar bilgiye sahip olduğun yerine o bilgiyi nasıl değerlendirdiğin, neye hizmet ettiğin ve hangi niyetle kullandığındı.

Bilgi; okunarak, ezberlenerek ya da deneyimle biriktirilebilir bir şeydir. Kitaplardan, internetten veya başkasından alınabilir. Ancak bilinç bu kadar kolay edinilmez. O, insanın içsel bir gelişimidir; sadece öğrenmekle değil, anlamaya çalışmakla, sorgulamakla ve empati kurmakla oluşur.

Bunun farkına varmamı sağlayan anlardan biri, bir televizyon programında yaşandı. Konuklardan biri akademik unvanlarla dolu bir üniversite hocası, diğeri ise mütevazı bir öğretmendi. Konuşmalar ilerledikçe kimin daha çok şey bildiğinden çok, kimin söylediklerinin daha fazla anlam taşıdığına odaklandım. Öğretmen, değerlerden, insandan ve sorumluluktan bahsediyordu. Öyle sade ama derin cümleler kuruyordu ki, içimden "işte asıl anlayış bu" dediğimi hatırlıyorum.

O gün anladım: Akıl, tek başına yönsüz bir pusuladır. Yönünü, insanın vicdanı ve ahlaki değerleri belirler. Salt bilgi biriktirmek, hatta bunu hızlıca işleyebilmek bile tek başına yeterli değildir. Önemli olan, o bilgiyle ne yaptığımız, neye hizmet ettiğimizdir.

Bugün bir bilim insanı, atom altı parçacıkları çözümleyebilir ama aynı bilgi, bir nükleer silah yapımında da kullanılabilir. Yapay zekâ üzerine çalışan bir mühendis, harika algoritmalar geliştirebilir ama bu teknolojiyi insanları manipüle etmek için kullanan sistemlerin parçası da olabilir. Burada ayırt edici olan sadece teknik beceri olmaktan ziyade o becerinin hangi amaçla kullanıldığıdır.

İnsanı gerçekten ileriye taşıyan, sadece hesap yapma kabiliyeti veya karmaşık fikirleri anlayabilme gücü değildir. Aynı zamanda neyin doğru, neyin adil, neyin insanca olduğunu ayırt edebilme yeteneğidir. Ve bu yetenek, sadece beynin olmayıp, aynı zamanda kalbin ve ruhun da bir işlevidir.

Artık birini tanırken, ne kadar şey bildiğine odaklanma yerine, dünyaya nasıl baktığına dikkat ediyorum. Bir hayvana şefkatle yaklaşan, bir çocuğun gözyaşını önemseyen ya da bir haksızlığa sessiz kalmayan insan, bana çok daha “derin” geliyor. Çünkü bu eylemler bilgiyle ilişkisi olmayıp, anlayışla ilgilidir.

Toplum olarak hâlâ bilgiyi putlaştırıyoruz. Diplomalara, derecelere, unvanlara öylesine büyük anlamlar yüklüyoruz ki, kişinin neyi savunduğu ve hangi değerlere sahip olduğu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Oysa hiçbir sertifika, bir insanın ne kadar adil, merhametli veya duyarlı olduğunu gösteremez.

Bilginin kolayca erişilebilir hale geldiği bu çağda, asıl fark yaratan düşünme biçimi ve değerlerdir. Bir kitabı herkes okuyabilir, bir fikri herkes tekrar edebilir. Ama içselleştirilmiş bir etik duruş, kolayca edinilemez. O, zamanla, yaşanarak ve hissedilerek oluşur.

Entelektüellik ile gerçek anlayış arasındaki fark da sıklıkla karıştırılır. Her entelektüel, hayatı derinlemesine kavrayan biri olmayabilir. Bazen sade bir insan, okumuşlardan çok daha derin şeyler söyleyebilir. Çünkü mesele kelime dağarcığı değil, kavrayışın ne kadar insani olduğudur.

Ben artık başarıyı da farklı tanımlıyorum. Birilerinin “çok zeki” dediği insanlar bana etkileyici gelmiyor. Beni etkileyen, bilgiyi nasıl kullandıkları. Bilgiyi bir silah yerine bir köprüye dönüştüren insanlara hayranlık duyuyorum. Kendini yüceltmek için olmayıp, başkalarına ışık olmak için öğrenenlere…

Bilgi, şüphesiz çok güçlü ve etkili bir araçtır ancak tek başına bir yönü yoktur. Ona yön veren şey, insanın içindeki o sestir; yani vicdanıdır. Bu yüzden, sadece öğrenmeyi değil, neyi neden öğrendiğimizi; sadece anlamayı değil, o bilginin neye ve nasıl hizmet ettiğini de sorgulamamız gerekir. Gerçek akıl, sadece düşünen değil, aynı zamanda hisseden ve sorumlu davranan bir akıldır.

Belki de bu sebeple kendime şu soruyu soruyorum: Karşımdaki kişi ne biliyor değil, daha çok nasıl biri? Bilgiyi ne için kullanıyor? Onunla birlikte dünya biraz daha iyi bir yer haline geliyor mu?

Çünkü en nihayetinde asıl mesele, ne kadar bilgiye sahip olduğumuz bir yana, ne kadar insan kalabildiğimizdir.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe