Ölümsüzlük Tohumu: Fikirlerin Kalpten Kalbe Yolculuğu

Her şeyin bir sonu olduğu gibi, insanoğlunun da bir sonu vardır. Dünyadaki her canlı gibi bizler de yaşlanır, bedenlerimiz yıpranır ve bir gün toprağa döneriz. Bir insanın hayatı, doğduğu andan son nefesini verdiği ana kadar bir serüvendir. Ama gerçekten öyle midir? Aslında ölen yalnızca bedendir. Onunla birlikte her şeyin sona erdiğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Çünkü fikirler, düşünceler ve inançlar bir kez doğduktan sonra onlara zincir vurulamaz. Bedenler ölse de, doğru zamanda doğru kalplere dokunabilen fikirler sonsuza dek yaşar.

İlk karşılaştığımda beni derinden etkileyen bir söz oldu: "Bedenler ölür, fikirler asla." Ne kadar da çarpıcı ve yalın bir cümle! Düşününce anlıyorsunuz ki, bugün bile binlerce yıl önce yaşamış insanların fikirleriyle yaşıyoruz. Sokrates'in adalet arayışı, Mevlânâ'nın hoşgörüsü, Atatürk'ün bağımsızlık tutkusu, Shakespeare'in insan ruhuna dair o derin gözlemleri... Bunların hepsi, sahiplerinin bedenleri çoktan toprağa karışmış olsa da, birer tohum gibi yayıldı dünyaya. O tohumlar bugün bile büyüyor, filizleniyor ve bize yol gösteriyor. Çünkü geriye kalan asıl miras bedenler değil, onların dünyaya bıraktığı fikirler. Ve o fikirler var oldukça, biz de onların ışığında yürümeye devam edeceğiz.

Bir fikri ölümsüz kılan şey, onun kaç kişi tarafından benimsendiği ya da ne kadar popüler olduğu değil. Onu doğuran yüreğin samimiyeti, yaşadığı zamanın sınırlarını aşabilme gücü ve başka ruhlara dokunabilme yeteneğidir. Fikirler, yalnızca akıl yoluyla değil, kalpten kalbe aktarıldığında yaşar. Bir annenin çocuğuna öğrettiği adalet duygusu, bir öğretmenin öğrencisine aşıladığı özgüven, bir şairin dizelerine gizlediği umut… Bunlar hep fikirlerin izlerini taşır.

Ama ne yazık ki çoğu zaman, bir fikrin değerini ancak onun taşıyıcısı artık aramızda olmadığında anlıyoruz. Belki de bu yüzden bazı düşünceler ölümden sonra büyür, serpilir ve devleşir. Çünkü artık o düşünce, bir kişiye ait değildir. Bir halkın, bir neslin, belki de tüm insanlığın ortak mirası olmuştur.

Bazen düşünüyorum da, biz ne bırakacağız arkamızda? Bir bina mı, bir araba mı, bankadaki birkaç rakam mı? Yoksa bir fikir mi? Bir değer mi? “Ben de buradaydım,” diyebileceğimiz, başkalarının yolunu aydınlatabilecek bir ışık mı?

Bedenimizin son kullanma tarihi bellidir, bunu değiştiremeyiz. Ama fikrimizin ömrü, ona ne kadar inandığımız ve onu ne kadar doğru taşıdığımızla doğrudan ilgilidir. İçinde bulunduğumuz çağ, bilgi çağından çok daha ötesi. Artık fikir çağı. Artık fiziksel gücün değil, düşünsel derinliğin dünyayı değiştirdiği bir dönemdeyiz. Ve bu çağın kahramanları; savaşı kılıçla değil, kelimelerle verenler.

Gelin biraz kendi hayatımıza bakalım. Bugüne kadar neyi savunduk gerçekten? Hangi düşünceyi sırf moda olduğu için değil, yüreğimizle benimsedik? Hangi fikir için sesimizi yükselttik, hangi değer uğruna risk aldık? Belki de asıl ölümsüzlük, bir fikre sadık kalabilme cesaretinde saklıdır. Çünkü fikir sahibi olmak kolaydır; onu yaşatmak, onu korumak ve gerektiğinde onun için bedel ödemek zordur. İşte o zaman, fikir seninle bir olur. Sen öldüğünde bile o yaşamaya devam eder.

Çocuklara bırakılacak en değerli miras, pahalı oyuncaklar değil, sağlam fikirlerdir. Onlara özgürlüğün değerini, adaletin kıymetini, vicdanın yönünü öğretebilirsek, bizden çok daha öteye taşınacak bir şey bırakmış oluruz: Yaşayan, çoğalan, başkalarını da değiştiren bir düşünce tohumu.

Elbette bu kolay bir yol değil. Çünkü fikirler; sorgulamayı, karşı çıkmayı, yalnız kalmayı göze almayı gerektirir. Fikir sahibi insan, her zaman alkışlanmaz. Bazen yalnız kalır, dışlanır, hatta susturulmak istenir. Ama doğru bildiğini savunan bir ruh, zamanın en güçlü sesidir. Gün gelir, onun fısıltısı bile duvarları yıkar.

Ve belki de bu yüzden, bazı sözler hiç unutulmaz. “Bir fikre öldü denemez” dedikleri bundandır. Çünkü düşünce, doğrudan kalpten gelen bir şeyse, o kalp artık atmıyor olsa da, düşünce hâlâ nefes almaya devam eder.

Bugün bizler de kendi bedenimizin ötesine geçecek bir iz bırakmak istiyorsak, önce fikrimizi bulmalı, sonra onun arkasında dimdik durmalıyız. Bu, ölümsüzlüğe giden tek gerçek yoldur. Adını herkes bilmeyebilir, mezarına çiçekler bırakılmayabilir… Ama bir gün, senin fikrini taşıyan bir genç, karanlık bir anda o düşünceyle yolunu bulduğunda, sen hala yaşıyor olacaksın. İşte o zaman beden ölmüş ama fikir yaşamaya devam etmiş olacak.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe