Modern Şehrin Karanlığında Yitirilen Değerler
Bir zamanlar insanlar, ince belli bir bardaktaki çayın buharında dostluğu hissederlerdi. Oysa şimdi çay pahalı, sohbet ise değersizleşmiş durumda. İçinde bulunduğumuz bu garip zaman diliminde her şeyin bir bedeli var, ancak hiçbir şeyin gerçek bir kıymeti yokmuş gibi. Parayla satın alınabilen her şey listelere sığıyor, fakat insan kalbinin derinindeki boşluk hiçbir hesapla doldurulamıyor. Maddi değeri olan şeyler ön planda tutulurken, asıl değerli olanlar göz ardı ediliyor. Bu sadece bir cümle değil, aslında günümüzün ruh halini yansıtan derin bir çöküşün öyküsü.
Eskiden bir mektup beklenirdi aylarca. El yazısıyla
yazılmış, belki biraz buruşmuş ama samimi bir kelime dünyası… Şimdi saniyeler
içinde mesaj atıyoruz, ama içinde duygu yok. Emek yok. Söz var, ama ses yok.
Görüntü var, ama anlam eksik. Hızlı tüketilen ilişkiler, hızla unutulan
insanlar... Belki de değeri olan her şeyi hızla harcadık ve elimizde sadece
fiyat etiketleriyle dolu bir boşluk kaldı.
Şimdilerde insanlar sanki "ne işe yararsın?"
sorusuyla "kaç para edersin?" sorusu aynı anlamı taşıyormuş gibi
düşünüyor. Bir sanat eseri artık bir hissi değil, gelecekteki kazancını
simgeliyor. Bir kitap, vitrinlerde ne kadar çok satarsa o kadar "iyi"
kabul ediliyor. Oysa eskiden iyi bir kitap, okuyanın ruhunda bir iz bırakırdı;
şimdi ise çoğu zaman sadece sosyal medyada aldığı beğeni sayısıyla ölçülüyor.
İçeriğin değil, gösterişin piyasası var. Ve bu piyasanın adı: modern hayat.
Günümüzde aşklar bile sanki "getirisi olur
mu?" sorusuyla başlıyor, "parasal durumu nasıl?" gibi
düşüncelerle biçimleniyor. Sevgi, karşılıksız bir kabul olmaktan çıkıp
neredeyse ekonomik bir ortaklığa dönüşmüş durumda. "Beraber ne elde
edebiliriz?" düşüncesi, "beraber ne hissedebiliriz?"in çok önüne
geçmiş. İlişkilerde artık duygular değil, çıkar hesapları konuşuluyor. Ne kadar
üzücü, değil mi? Sevginin kendisi bile sanki bir fiyat etiketi taşıyor ama
gerçek değeri unutulmuş gibi.
Ebeveynler çocuklarına artık “iyi insan ol” değil,
“iyi para kazan” demeyi öğütlüyor. Çünkü sistem, insanları insanlıkla değil,
verimlilikle ölçüyor. Daha çok çalış, daha çok kazan, daha çok harca… Ve en
sonunda, hiçbir şeye doyamadan daha da fazlasını iste. Bu döngü, değerin yok
oluşunun en açık göstergesi. İçsel tatmin yerini dışsal başarıya bıraktığında,
insanlar içlerinden değil dış dünyadan onay beklemeye başlıyor. Kalpler değil,
cüzdanlar konuşuyor.
Bir dostluğu fiyatlandıramazsın. Bir çocuğun sana
“seni seviyorum” dediği anın değeri ölçülemez. Ya da yıllar sonra yaşlı bir
çiftin birbirine hâlâ şefkatle bakmasının... Ama ne yazık ki bu gibi anlar,
artık “gösteri” unsuru olarak sosyal medyada beğeni toplamak için
kullanıldığında hatırlanıyor. Gerçekliğin bile vitrinde sergilendiği bir
çağdayız. Yaşamak yerine, satılabilir bir hayat sunuyoruz birbirimize. Sanki
gerçeklik bile pazarlanabilir bir ürün haline geldi.
Bu noktada durup kendimize sormalıyız: Değer dediğimiz
şey neydi? Neden unuttuk? Belki de fazla hızlandık. Fazla hesap yaptık. Her
şeyi ölçmek istedik: zamanımızı, emeğimizi, sevgimizi… Ve sonunda, ölçülemeyen
şeyleri değersiz saydık. Oysa ki gerçek değer, görünmeyendedir. Anlam,
sayıların ötesinde bir yerde gizlidir.
Bu yazının sana bir fatura kesmesi mümkün değil. Ama
belki içinde bir yere dokunabilir. Bir sabah çay veya kahveni yudumlarken
sessizce düşündürür: “Ben en son neye gerçekten değer verdim?” Belki annene
sarıldığın bir an gelir aklına. Belki yürürken hissettiğin o rüzgar… Belki de
sabahın ilk ışığında duyduğun kuş sesi… Parayla ölçülmez bunlar, ama değerleri
dünyalara bedel.
Zenginlik; bankadaki rakamlar değil, kalbindeki
huzurdur. Değerli olmak; pahalı görünmek değil, birinin hayatında iz
bırakabilmektir. Belki de yeniden başlamamız gereken yer burasıdır. Fiyatların
değil, değerlerin konuştuğu bir dünyaya uyanmak mümkün. Ama bunun için önce
susmalıyız biraz. Koşmayı bırakıp, durmalıyız. Ve bakmalıyız birbirimizin
gözlerine; gerçekten görerek.
Her şeyin fiyatı olduğu ama hiçbir şeyin değeri
kalmadığı bu çağda, en radikal eylem belki de gerçekten değer vermek. Sessiz
bir teşekkür. Anlamlı bir sarılma. İçten bir kelime. Küçük şeylerle
başlayabiliriz. Çünkü büyük değişimler, küçük farkındalıklarla başlar. Ve belki
de en büyük dönüşüm, değerin yeniden hatırlandığı bir dünyadır.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder