Masada Kazanılan Savaş: Sevr’den Lozan’a

Yakın tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biri olan Lozan Antlaşması, sadece bir diplomatik belge değil, aynı zamanda bir milletin varoluş mücadelesinin uluslararası alanda kabulüdür. Bu yazıya başlarken aklımda sürekli aynı soru döndü durdu: Lozan olmasaydı, bugün neyi konuşuyor olurduk? Belki bağımsızlık yerine hâlâ kapitülasyonların esiri bir ülkeyi, belki de haritalarda silinmiş bir milleti tartışıyor olurduk. O yüzden Lozan'ı sadece bir antlaşma değil, bir milletin onuruyla yeniden ayağa kalkışının simgesi olarak görmemiz gerekiyor.

Lozan’ın ne anlama geldiğini anlayabilmek için biraz geriye, Sevr’e ve hatta Mondros’a dönmek gerek. 1918'de Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen sonunu getiren Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Ardından 1920’de Sevr Antlaşması dayatıldı. Bu antlaşma, bir milletin yalnızca topraklarını değil, geleceğini, egemenliğini ve onurunu da elinden alan bir metindi. Anadolu'nun ortasında küçücük bir bölge bırakılmış, kalan her yer işgal güçlerine peşkeş çekilmişti. Ancak bu halk, tarihte defalarca yaptığı gibi, bir kez daha teslim olmadı. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı, yalnızca bir askerî direniş değil, bir milletin yeniden doğuşuydu.

O doğuşun en önemli sonuçlarından biri ise Lozan’dı. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan bu antlaşma, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi gibiydi. Her ne kadar barış görüşmeleriyle sonuçlanmış gibi görünse de, aslında diplomasi masasında verilen yeni bir mücadeleydi. Savaş meydanlarında kazanılan zaferin, siyaset diline tercümesiydi. İsmet Paşa, Lozan görüşmelerinde sadece devlet adamı değil, aynı zamanda milletin sesi oldu. O meşhur sözü hâlâ kulaklarımızda: “Efendiler, biz buraya Sevr’i yırtmaya geldik.” Ve gerçekten de öyle oldu.

Lozan Antlaşması'yla beraber, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası arenadaki konumu sağlamlaştı; tam bağımsız bir devlet olarak kabul edildik. Bu anlaşma sayesinde kapitülasyonlar tarihe karıştı, Osmanlı'dan kalan borçlar yeniden yapılandırıldı ve ülke sınırlarımız büyük ölçüde güvence altına alındı. Boğazlar üzerindeki egemenlik belli bir geçiş süreciyle düzenlendi, ancak o da zaman içinde Türkiye lehine değiştirildi. En önemlisi de, bu ülkenin halkı artık kendi kaderine kendisi karar verecek bir konuma gelmişti. Bu kazanımlar, sadece metinlerde değil, halkın hayatında da gerçek etkiler yaratmıştı. Lozan, işte bu yüzden sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyolojik bir başarıdır.

Bugün hâlâ Lozan üzerine çeşitli iddialar, şehir efsaneleri ya da komplo teorileri ortaya atılıyor. Antlaşmanın süresi doluyormuş gibi, içinde gizli maddeler varmış gibi söylentiler dolaşıyor. Oysa uluslararası antlaşmalar süresizdir. İptal edilmedikçe ya da taraflar arasında yeni bir antlaşma yapılmadıkça geçerliliğini korur. Lozan da bu anlamda, hâlâ Türkiye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü uluslararası alanda garanti altına alan temel metindir. Bu tür iddialar, sadece tarihi çarpıtmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarını sorgulamak gibi tehlikeli bir zihniyeti de içinde barındırır.

Lozan, sadece geçmişin değil, bugünün ve yarının da meselesidir. Bugün yaşadığımız pek çok hukuki ve siyasi meselede, arka planda hâlâ Lozan’ın etkisi vardır. Bu nedenle Lozan’a sahip çıkmak, yalnızca bir tarihî olaya sahip çıkmak değil; bir milletin bağımsızlığına, egemenliğine ve geleceğine sahip çıkmaktır. Unutmamalıyız ki tarih sadece geçmişte yaşanmaz, aynı zamanda bugün de devam eder. Eğer Lozan’a sahip çıkmazsak, gelecekte benzer antlaşmaları masada değil, yine cephede konuşmak zorunda kalabiliriz.

Genç nesillerin, Lozan’ı sadece bir tarih dersi konusu olarak değil, bir bilinç olarak öğrenmesi gerekiyor. Çünkü Lozan, bu milletin “ben de varım” dediği gündür. O gün, Türk milleti dünyaya bir kez daha dik durarak bağımsızlık mesajı vermiştir. Her satırı mücadeleyle yazılmış bu antlaşmayı anlamak, bugünü ve geleceği anlamaktır.

Bu yüzden, Lozan sadece geride bıraktığımız bir zafer değil; o, aynı zamanda geleceğimizin de teminatı. Belki de tam da bu yüzden bazı çevreler Lozan'ı sürekli gündeme getirip tartışmaya açmaya çalışıyor. Ama biz bu kısır tartışmalara prim vermemeli, elde ettiğimiz bu büyük kazanıma odaklanmalıyız. Çünkü Lozan, dün olduğu gibi bugün de dimdik ayakta. Ve biz de buradayız; bağımsız ve özgür bir şekilde!

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanın Ötesinde Yaşayan Hatıralar, Paylaşılan Anlar ve Kalıcı Duygular

Türk Hava Kurumu’nun 100 Yılı Türkiye Havacılık Sanayisinin Doğuşu ve Cumhuriyetin Gökyüzündeki İzi

10 Kasım: Saat Dokuzu Beş Geçe