Geçim Sıkıntısının Görünmeyen Yüzü
Son zamanlarda sabahları uyanmak sadece gözünü açmakla bitmiyor. İçinden gelen tarifsiz bir ağırlıkla başlıyorsun güne. Gözlerini açar açmaz zihnin hesaplara koşuyor: faturalar, kira, kredi kartı borcu, market listesi... Her şeyin kontrolünü kaybetmiş gibi hissediyorsun ama bunu kimseye çaktırmıyorsun. Çünkü her şey yolundaymış gibi yapmak zorundasın.
Dışarıdan bakan birisi için
sıradan bir hayatın var: işe gidiyorsun, faturanı ödüyorsun. Ama kimse bilmiyor
ay sonunu getirmek için kaç kez kıstığını, ne çok şeyden vazgeçtiğini. Çünkü
ekonomik sıkışmışlık sadece cebini değil, ruhunu da daraltıyor. Üstelik
herkesin gülümsediği, “şükür” dediği bir düzende şikâyet etmek bile
ayıplanıyor. Sanki herkes çok mutlu, sanki kimse zorlanmıyor gibi davranılıyor.
Bu da insanı daha da yalnız hissettiriyor.
Çok ilginçtir ki, bu ülkede
artık "geçinebiliyor olmak" bir başarı ölçütü haline geldi. Eskiden
hayaller konuşulurdu, şimdi ay sonuna nasıl çıkılacağı planlanıyor. Tatil hayal
değil, lüks oldu. Kitap almak, dışarıda kahve içmek, hatta bazen meyve-sebze
almak bile bir karar verme süreci gerektiriyor. Ve tüm bu kararların ardında
görünmez bir baskı var: “Ayağın yorganına göre uzasın.” Ama yorgan küçüldükçe,
ayağın dışarda kalıyor. Soğuk içeri sızıyor. İşte bu da insanı yavaş yavaş
tüketiyor.
Çünkü sen dışarıdan
bakıldığında hala “idare ediyor” gibi görünüyorsun. Hatta bazen kendin bile
öyle düşünüyorsun. Ne de olsa aç değilsin, sokakta değilsin, ama bu "aç
olmama" hali yaşamak anlamına da gelmiyor. Hayatta kalmakla yaşamak
arasındaki farkı çok net görmeye başladık artık. Ve bu fark, insanı sadece
maddi olarak değil, ruhsal olarak da yoruyor.
Sabah işe giderken otobüste
yanına oturan insanların yüzlerine bak. Herkesin yüzünde aynı yorgunluk:
uykusuzluk değil bu, geçim yorgunluğu. Hesap kitap yorgunluğu. Kendine bile
itiraf edemediği hayal kırıklıklarının ağırlığı. Ama yine de herkes gülümsüyor.
Çünkü başka türlü ayakta kalmak mümkün değil gibi geliyor. Herkes, her şey
yolundaymış gibi yapıyor.
Ve işin en acı yanı, bu
durumun artık normalleşmiş olması. Gençler, "gelecek" kelimesini
sadece belirsizlikle eşleştiriyor. Emeklilik bir hayalden öteye geçemiyor, ev
sahibi olmak neredeyse imkânsız. Maaşlara gelen zamlar, enflasyonla cebimize girmeden
eriyip gidiyor.
Yine de çoğu kişi
"iyiyim" diyor. Çünkü bu ekonomik düzende mutsuzluğunu bile ifade
etmek büyük bir cesaret istiyor. Adeta şikayet ettiğinde, nankörlük etmişsin
gibi hissettiriliyor. Oysa bu bir şikayet değil, sessizliğe bürünmüş bir imdat
çağrısı.
Bu yorgunluk sadece maddi
değil, çok daha derin. Kendini ifade edememek, içinde biriken onca duyguyu
bastırmak... “Keşke daha fazlasını yapabilsem” hissiyle yaşamak. Çünkü bazen
çocuğuna istediği oyuncağı alamamak, bazen sevdiklerine “boş ver, gerek yok”
demek zorunda kalmak... Sadece parayla ilgili değil, değerli hissetmemekle
ilgili bu yorgunluk. Çaresiz hissetmekle ilgili. Hayatın kontrolünü kaybetmiş
gibi olmakla ilgili.
Ve tüm bu duygular, üzerine
sessizce yığılır. Birikir. Çünkü sistem senden güçlü olmanı bekler. Sürekli
çalışmanı, üretmeni, fedakârlık yapmanı... Ama kimse durup "Peki sen
nasılsın?" diye sormaz. Sen de soramazsın. Çünkü zaman yok. Çünkü geçim
derdi tüm diğer duyguların önüne geçmiştir artık. Önce hayatta kalmak zorundasındır,
sonra belki yaşarsın.
Ama içten içe biliyorsun:
Böyle sürüp gidemez. Her şey yolundaymış gibi yapmak, ruhunu kemiriyor. Ve
eninde sonunda ya bir sabah alarmı susturamıyorsun, ya da bir akşam kalabalığın
ortasında gözlerin doluyor. Çünkü bastırılan her duygu, bir yerden sızıyor. Ve
bu sızı, çok tanıdık.
Bu yüzden artık kendimize
dürüst olmanın zamanı geldi. Bazen sadece “iyi değilim” demek bile
özgürleştirici olabilir. Ekonomik olarak sıkışmış, sosyal olarak yalnız,
psikolojik olarak tükenmiş olabiliriz. Bu zayıflık değil. Bu, yaşadığımız çağın
gerçeği. Ve bu gerçeği konuşmadan, kimse iyileşemez.
Belki şu an değiştiremeyiz
her şeyi. Ama en azından sahte gülümsemeler arasında boğulmayı bırakabiliriz.
Kendi gerçekliğimizi kabul ederek başlayabiliriz: Hayat zor. Ekonomi zorluyor.
Hayaller erteleniyor. Ama biz hâlâ buradayız. Ayaktayız. Bu bile başlı başına
bir direniş.
Ve unutma, bazen en büyük
cesaret, her şey yolundaymış gibi yapmayı bırakıp, "ben de yoruldum"
diyebilmektir. Bu, bir teslimiyet değil, maskeleri çıkarma eylemidir. Kendine
dürüstlük, yorgunluğu kabul etmek ve yeniden güç toplamak için bir
başlangıçtır. Bu söz, aslında kendine şefkat göstermektir.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder