İsrail, İran ve ABD Üçgeninde Türkiye'nin Ortadoğu'daki Yalnız Savaşı
İsrail ile İran arasındaki gerilim haftalardır tırmanıyordu. Derken dün, beklenen oldu ve Amerika Birleşik Devletleri resmen devreye girdi. ABD’nin İran topraklarına yönelik düzenlediği saldırılar, yalnızca iki ülkeyi değil, tüm Ortadoğu’yu yeni bir ateş çemberinin içine sürükleyebilir.
Bu bölgeye yıllardır
barış uğramadı belki ama insan yine de her defasında umut ediyor. İsrail, uzun
süredir İran’a yönelik sert mesajlar veriyordu. İran da geri durmuyor, başta
Hizbullah olmak üzere bölgedeki güçleri üzerinden karşılık veriyordu. Ancak bu
kez gerilim öyle bir noktaya geldi ki, artık sadece karşılıklı restleşmelerle
kalmayacağı belliydi. Önce hava saldırıları, ardından dronlar, ardından daha
sert misillemeler... Derken dün akşam, ABD jetlerinin İran’daki bazı askeri
tesisleri vurduğu açıklandı. Dünya basını ayağa kalktı. İran’ın nasıl bir
karşılık vereceği hâlâ belirsiz ama herkesin dilinde tek bir ihtimal var:
Savaş.
Bu yaşananlar uzakta
gibi görünüyor olabilir ama aslında hepimizin hayatına dokunacak kadar yakın.
Türkiye olarak bu ateş çemberinin tam kıyısındayız. Bir tarafımızda İran, öbür
tarafta Suriye, biraz ötede İsrail, Irak… Hepsi çatışmaların içinde ya da
eşiğinde. Coğrafya kaderdir diyorlar ya, biz bu kaderin en kırılgan halkasıyız
belki de. İran ile doğrudan sınırımız var. Ekonomik ilişkilerimiz, enerji
anlaşmalarımız, lojistik bağlantılarımız, kültürel yakınlığımız var. Aynı
zamanda Batı ittifakının bir parçasıyız. Bu durumda her gelişmeden gerek
ekonomik gerek siyasi gerekse güvenlik anlamında etkileniyoruz.
ABD'nin İran'a
saldırdığı haberiyle birlikte dünya genelinde petrol fiyatları aniden
yükselecektir. Türkiye gibi enerjiyi dışarıdan alan ülkeler için bu durum, doğrudan
zam anlamına gelir. Akaryakıt fiyatlarındaki artış domino etkisiyle her şeye
yansır; bir ailenin mutfak masrafından bir öğrencinin ulaşım giderine, hatta
bir çalışanın sabah çayına kadar her şey etkilenir. Krizler artık sadece savaş
cephelerinde değil, gündelik hayatımızda, market raflarında bile hissediliyor.
İnsan ister istemez
endişeleniyor. Ülke olarak ve birey olarak. Bir yanda içeride halihazırda devam
eden ekonomik sıkıntılar, diğer yanda dışarıdan gelen bu yeni dalga.
Enflasyonla boğuşan halk için bu gelişmeler, geleceğe dair umutları daha da
gölgeliyor. Gençler yurtdışına gitmenin yollarını arıyor, orta yaşlılar günü
kurtarmaya çalışıyor, emekliler ay sonunu nasıl getireceğini düşünüyor. Ve
şimdi buna bir de “acaba bölgesel savaş çıkar mı?” kaygısı eklendi.
Türkiye’nin bu
noktada nasıl bir tutum alacağı çok kritik. Herkese yaranmak mümkün değil ama
denge politikası yürütmek gerekiyor. Ne İsrail’in yanında açıkça durabiliriz ne
de İran’la karşı karşıya gelmek isteriz. Öte yandan ABD ile de stratejik
ilişkilerimiz var. Dış politikada böyle çok yönlü denklem içinde adım atmak
kolay değil, ama sessizlik de bazen tehlikelidir. Kamuoyuna yapılacak net,
dengeli ve güven verici açıklamalarla toplum rahatlatılmalı. İnsanlar yönünü
görmek, ülkesinin bu büyük tabloda nerede durduğunu bilmek ister.
Bana kalırsa, artık
dış politikada sadece devleti yönetenlerin değil, halkın da söz hakkı olmalı.
Çünkü bu meseleler doğrudan halkı etkiliyor. Savaş varsa giden bizim
çocuklarımız oluyor. Kriz varsa bedelini biz ödüyoruz. Barış ise herkese nefes
oluyor. Bu nedenle barıştan yana sesler daha çok çıkmalı. Sessiz kaldıkça, olan
biteni sadece izler hale geliyoruz. Oysa biz bu coğrafyanın en çok acı çeken
halklarından biriyiz ve artık sadece izlemek yetmiyor.
Kimi zaman “Ortadoğu
neden bir türlü düze çıkamıyor?” diye soruyorum kendi kendime. Sanki bu
topraklar hep acı çekmek zorundaymış gibi. Oysa halklar arasında nefret yok.
İran’da da, İsrail’de de, Filistin’de de, Türkiye’de de insanlar sadece
yaşamak, huzur içinde çocuklarını büyütmek istiyor. Ama bu halklar, büyük
güçlerin çıkar savaşlarında sürekli arada kalıyor. Silah tüccarları kazanıyor,
siyasetçiler güç topluyor, olan yine yoksul halka oluyor.
Yeni bir savaş, yeni
bir göç dalgası, yeni ekonomik kriz… Aynı senaryo, aynı aktörler, ama izleyen
halklar farklı. Bugün İranlılar korkuyor, yarın Suriyeliler, öbür gün belki
biz. Böyle bir denklemde kalıcı bir çözüm mümkün mü bilmiyorum ama şunu
biliyorum: Sessiz kalmak artık seçenek olmamalı. Bir yurttaş olarak, Ortadoğu’daki
bu yeni yangının dumanını şimdiden içimize çektiğimizi anlatmak istedim.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder