Türk Dili Bayramı: Sözümüz Kimliğimizdir
Karamanoğlu Mehmet Bey'in o tarihi fermanının yankısı, aradan geçen 747 yıla rağmen hala ilk günkü tazeliğini koruyor! Bugün, 13 Mayıs 2025 ve o güçlü sözler, 13 Mayıs 1277'de söylenen o tarihi ferman, "Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler," sadece bir emir olmanın çok ötesindeydi. Bu ferman, kadim Türk dilinin Anadolu topraklarında filizlenen o eşsiz kimliğinin de adeta bir ilanıydı.
Dünyanın en köklü ve en güzel dillerinden biri olan o
ahenkli Türkçemiz, işte o kutlu günde ilk defa resmiyet kazanıyordu.
Karamanoğlu Mehmet Bey'in o vizyoner bakış açısıyla atılan bu anlamlı ve tarihi
adım, dilimizin yeşermesine, zenginleşmesine ve kuşaktan kuşağa aktarılmasına
öyle büyük, öyle muazzam bir katkı sağladı ki, bugün konuştuğumuz bu melodik,
bu içten dil, o fermanla sanki bir taç taktı. Milli kültürümüzün en değerli, en
nadide mücevheri olan Türkçemiz, o tarihi günden itibaren Anadolu'nun dört bir
yanında yankılanmaya başladı.
İşte bugün, o tarihi günün 747. yıl dönümünde,
içimizde tarifsiz bir gururla 13 Mayıs Türk Dil Bayramı'nı kutluyoruz. Bu özel
gün, sadece şanlı geçmişimize duyduğumuz derin bir saygı duruşu değil, aynı
zamanda dilimize sımsıkı sarılma ve onu daha da parlak yarınlara taşıma
sorumluluğumuzun da sıcak bir hatırlatıcısı.
Bu nedenle geçmişimizden ve bugüne uzanan bu kıymetli
mirasımıza sahip çıkmak hepimizin en önemli görevidir. Dil... Bir milletin
sadece iletişim kurduğu bir araç mı sanırsınız? Hayır, asla! Dil, o milletin
atan kalbidir, ruhunu besleyen can suyudur, tarihinin fısıltısı, dünyaya açılan
en berrak penceresidir. Kelimelerle dokuruz hayallerimizi, onlarla anlam
katarız etrafımızdaki her şeye, en derin, en mahrem duygularımızı bile
fısıltıyla onlarla dile getiririz. İşte bu yüzden dil, bir milletin en kıymetli
hazinesidir. Türk milleti için bu hazine, bin yıllık aşkımız, canımızdan aziz
bildiğimiz Türkçemizdir. Ve her yılın 26 Eylül’ünde, bu eşsiz miras Türk Dili
Bayramı ile onurlandırılır, hatırlanır, yürekten kutlanır.
Bu anlamlı günün ilk tohumları, 1932 yılında, o büyük
önder Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz vizyonuyla Ankara’da toplanan Birinci Türk
Dil Kurultayı’nda filizlenmiştir. Bu buluşma, sadece akademik bir toplantı
olmanın çok ötesindeydi; Türk dilinin kendi öz köklerine dönmesi, yabancı
etkilerden arınarak sadeleşmesi ve en önemlisi, halkın samimi, içten diliyle
kucaklaşması için atılmış tarihi bir adımdı. Atatürk’ün Türkçeye olan o derin
sevgi ve sarsılmaz inancı, onun dilin bir millet için ne denli hayati bir anlam
taşıdığını derinden kavramasından kaynaklanıyordu. O’nun o unutulmaz, yüreklere
kazınan sözü, “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili, Türk milletinin
kalbidir, zihnidir,” dil ile millet arasındaki o kopmaz bağı, o can
yoldaşlığını ne de güzel anlatır.
Türk dili, kökleri Orta Asya’nın derinliklerine
uzanan, binlerce yıllık heybetli bir çınar ağacı gibidir. Dalları yeryüzünün
dört bir yanına uzanmış, nice çetin fırtınalara göğüs germiş, dünyanın en kadim
ve köklü dillerinden biridir. Göktürk Yazıtları’nın o taşlara kazınmış asil
sesi, Divanü Lügati’t-Türk’ün o engin bilgeliği, Dede Korkut Hikâyeleri’nin o
sıcak, samimi anlatımı, Yunus Emre’nin ilahi aşkla yoğrulmuş o içten
şiirleri... İşte tüm bu eşsiz miras, Türkçenin ne denli zengin, ne denli derin
bir anlam deryası olduğunu gözler önüne serer. Ancak zamanın acımasız
sillesiyle, farklı coğrafyalarda, bambaşka medeniyetlerle kurulan o kaçınılmaz
etkileşimlerle Türkçeye Arapça, Farsça ve sonraları özellikle Fransızca gibi
yabancı dillerin etkisi yavaş yavaş sirayet etmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte başlayan o büyük
değişim, o yeniden doğuş ve diriliş sürecinde, milli kimliğin yeniden inşası da
en az diğerleri kadar hayati bir öneme sahipti. İşte tam da bu kritik noktada,
Türkçenin yeniden yapılandırılması, kendi öz kaynaklarına dönmesi bir
zorunluluktu. Atatürk’ün o büyük dil devrimiyle amaçladığı en temel şey, halkın
kendi ana diliyle özgürce düşünebilmesi, yazabilmesi ve okuyabilmesiydi. Bu devrim,
sadece kelimelerin kabuk değiştirmesi değil, aynı zamanda bir düşünce
biçiminin, dünyaya bakış açımızın da kökten bir dönüşümünü simgeliyordu.
İşte 26 Eylül Türk Dili Bayramı, bu uzun ve anlamlı
tarihi yolculuğun, Atatürk’ün dilimize duyduğu o derin sevginin ve hassasiyetin
en güzel nişanesidir. Bu özel gün, her yıl okullarımızda yankılanan o coşkulu
şiirlerle, genç kalemlerden dökülen o anlamlı kompozisyonlarla, akademik
çevrelerde yapılan o derinlikli seminerler ve panellerle kutlanır. Ancak bu kutlamaların
en dokunaklı, en anlamlı yanı, Türkçenin o paha biçilmez değerini, milletimizin
ortak hafızasında daima canlı tutmaktır.
Bir dili sadece öğretmek, o karmaşık gramer
kurallarını ezberletmek asla yetmez; ona bir ruh üflemek, onu sevgiyle
beslemek, onu yüreğimizde hissetmek gerekir. İşte Türk Dili Bayramı tam da bu
yüzden hayati bir öneme sahiptir. Her birimize, özellikle de geleceğimizin
teminatı olan sevgili genç kuşaklara, Türkçeye sahip çıkmanın, onu yaşatmanın
ne denli hayati olduğunu bir kez daha hatırlatır. Çünkü bir dil, ancak ona
gönül verenler, onu sevenler, onu özenle kullananlar sayesinde sonsuza dek
varlığını sürdürür.
Ne yazık ki küreselleşmenin o hızlı ve bazen de
acımasız rüzgarıyla birlikte, yabancı kelimeler adeta bir sel gibi dilimize
akın etmekte ve günlük konuşmalarımızdan yazışmalarımıza kadar her yerde sıkça
boy göstermektedir. Şehrin dört bir yanındaki o göz alıcı tabelalarda,
Türkçeyle uzaktan yakından alakası olmayan, kulağa hiç de hoş gelmeyen ifadeler
maalesef ki gözümüze çarpmakta, sosyal medyanın o uçsuz bucaksız dünyasında ise
dil bilgisi kuralları çoğu zaman hiçe sayılmaktadır. İşte bu dilimize zarar
veren bu olumsuz gidişata karşı en güçlü savunmamız, Türkçeyi doğru, özenli ve
bilinçli bir şekilde kullanmaktır.
Türk Dili Bayramı, sadece geçmişi tatlı bir tebessümle
hatırlamak, o güzel anıları yâd etmek için değil, aynı zamanda geleceğimizi
birlikte inşa etmek, o pırıl pırıl yarınları kurmak için de elimize geçen eşsiz
bir fırsattır. Her birimiz, kullandığımız bu güzel dile özen göstermeli, onu en
doğru ve en içten biçimde öğrenmeli ve gelecek nesillere tertemiz, paha
biçilmez bir miras olarak aktarmalıyız. Bu hayati görev, sadece o değerli
öğretmenlerimizin ya da kıymetli dil bilimcilerimizin omuzlarında değildir; bu,
hepimizin omuz omuza vermesi gereken ortak bir sorumluluktur. Çünkü Türkçe,
hepimizin sıcacık yuvasıdır. Ve bu evi sevgiyle korumak, onu her geçen gün daha
da güzelleştirmek, onu sonsuza dek yaşatmak, hepimizin yüreğinden gelmesi
gereken bir vazifedir.
Türkçeyi sevmek, yalnızca kulağa hoş gelen, etkileyici
cümleler kurmaktan ibaret değildir; ona kalbimizin derinliklerinden gelen bir
saygı duymak, her bir kelimesini inci tanesi gibi özenle seçmek, onu en doğru
ve anlamlı biçimde kullanmak ve gelecek nesillere tertemiz, pırıl pırıl bir
miras olarak bırakmaktır asıl olan. Her bir kelime, içimizde filizlenen bir
duygunun, zihnimizde beliren bir düşüncenin en kıymetli taşıyıcısıdır. İşte bu
nedenle kelimelerimize gözümüz gibi bakmalı, onları sevgiyle ve özenle korumalıyız.
Çünkü kelimeler, bir milletin en dürüst aynasıdır.
Türk Dili Bayramı, işte bu aynaya bakmamızı, kendimizi
ve o bin yıllık kimliğimizi yeniden görmemizi sağlar. Bu anlamlı bayram
vesilesiyle, dilimize olan o derin sevgimizi bir kez daha tüm kalbimizle
haykırıyor, Atatürk’ün açtığı o aydınlık yolda, güzel Türkçemizi daha da parlak
yarınlara taşımayı yürekten diliyoruz.
Unutmayalım ki, diline sımsıkı sahip çıkan bir millet,
sadece şanlı geçmişini değil, aydınlık geleceğini de kendi güçlü elleriyle şekillendirir.
Sözümüz kimliğimizdir, o yüzden kimliğimize canımız pahasına sahip çıkalım!
Nice yüzyıllara, nice güzel Türkçe günlerine!
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder