Özgür Basın, Özgür Toplumun Güvencesi
Dün, 3 Mayıs 2025, tüm dünyada Dünya Basın Özgürlüğü büyük bir coşkuyla kutlandı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993'te aldığı o kıymetli kararla her yıl andığımız bu anlamlı gün, basın özgürlüğünün ne kadar da hayati bir öneme sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Basın özgürlüğü sadece bir yazarın klavyesinde
istediği gibi yazabilmesi ya da bir çizerin elinin kolunun serbest olması demek
değil aslında. Bu özgürlük, hepimizin içindeki o bilgiye ulaşma arzusundan,
farklı fikirlerle dünyamızı daha da genişletme merakımızdan ve en nihayetinde
kendi kafamızdaki düşünceleri özgürce şekillendirebilme gücümüzden doğuyor.
Demokrasinin tam kalbinde atan en güçlü damarlardan
biridir basın özgürlüğü. Bir toplum düşünün ki, yöneticilerini ancak doğru ve
çeşitli kaynaklardan edindiği bilgilerle tartabilsin, karar alma süreçlerine
ancak bu bilgiler ışığında katılabilsin ve kendi geleceğini ancak bu sayede
şekillendirebilsin. İşte tam da bu nedenle, basın özgürlüğü sadece birkaç
gazetecinin değil, hepimizin ortak meselesidir.
Bir ülkenin basını ne kadar özgür nefes alabiliyorsa, o ülkenin demokrasisi
de o kadar kök salmış ve derinleşmiştir. Çünkü demokrasi, sandık başına gidip
oy vermekten çok daha fazlasıdır. Asıl olan, her bir bireyin vereceği kararları
sağlam temellere, doğru bilgilere dayandırabilmesidir. Basının omuzlarındaki
yük ise ağırdır: kamuoyunu aydınlatmak, karanlıkta kalmış yolsuzlukları gün
yüzüne çıkarmak, sesi duyulmayanların çığlığı olmak ve gerektiğinde iktidarın
güçlü sesine karşı soru sormaktır. Bu hayati görevlerini yerine getirebilen bir
basın, demokrasinin adeta can suyudur.
Tarihin sayfaları, basın özgürlüğünün olmadığı ya da zincirlere vurulduğu
rejimlerin acı dolu hikayeleriyle doludur. Nazi Almanyası’nda, Hitler’in
propaganda ustası Goebbels’in demir yumruğu altındaki basın, yalnızca iktidarın
yankısı haline gelmişti. Halk, gerçeklerden uzaklaştırılmış, yalanlarla
beslenmiş ve göz göre göre büyük bir felakete sürüklenmişti. Oysa bağımsız bir
basın olsaydı, belki de bu karanlık gidişatı sorgulayabilir, toplumu uyarabilir
ve o korkunç son engellenebilirdi.
Benzer bir tablo da Sovyetler Birliği’nde yaşanmıştı. Basın, devletin
emrindeydi. Parti politikalarının dışına çıkmak, yasaktı. Farklı düşünenlerin
sesi kısılmış, yanlış kararların sonuçları halktan özenle saklanmıştı. Çernobil
faciası, bu acı gerçeğin en sarsıcı örneklerinden biridir. Patlamanın ardından
halk günlerce ne olup bittiğini öğrenemedi. Gerçekler örtbas edildiği için insanlar
kendilerini koruyamadı, ölümler ve hastalıklar arttı. Eğer orada özgür ve
bağımsız bir basın olsaydı, belki de bu felaket bu kadar büyük bir yıkıma yol
açmazdı.
Ancak umut da vardır. Basın özgürlüğünün kök saldığı yerlerde, yanlışlar
daha çabuk göze çarpıyor, karanlık işler aydınlığa kavuşuyor ve adalet daha
kolay tecelli ediyor. Mesela, 1970'lerde Amerika Birleşik Devletleri'ni
derinden etkileyen Watergate skandalını hatırlayalım. İşte o olayda, Washington
Post gazetesinin yürekli muhabirlerinin pes etmeyen takibi sayesinde Başkan
Nixon'ın gizli oyunları ortaya çıktı. Bu da tüm dünyaya gösterdi ki, basın
sadece haberleri ulaştıran bir araç değil, aynı zamanda demokrasiyi koruyan çok
önemli bir bekçi.
Basın özgürlüğü sadece büyük olayları aydınlatmakla kalmaz, günlük
hayatımızın da adeta görünmez bir koruyucusudur. Çoğu zaman duyulmayan, sessiz
çığlıklar, ancak bağımsız gazetecilerin ve özgür medya kuruluşlarının özverili
çabalarıyla görünür hale gelir. Eğer bir basın baskı altında tutulur,
susturulur ya da yönlendirilirse, bu sorunların üzeri örtülür ve toplumun
ilerlemesi sekteye uğrar.
Ne yazık ki, günümüzde pek çok ülkede basın üzerinde ağır bir baskı
hissediliyor. Gazeteciler haksız yere tutuklanıyor, medya kuruluşlarının
kapılarına kilit vuruluyor, oto-sansür korkunç bir gölge gibi yayılıyor. Halk,
gerçeklerden uzaklaştırılıyor ve tek sesli bir medya ortamı yaratılmaya
çalışılıyor. Oysa çoğulcu bir demokrasi, farklı fikirlerin özgürce ifade
edilebildiği bir zeminde gelişir. Farklı sesler duyulmadıkça, toplumsal yaralar
görünür kılınmadıkça, değişim ve dönüşüm hayalden öteye gidemez.
Elbette, basın özgürlüğünün de sınırları vardır. Başkalarının onuruna, özel
hayatına saygı göstermek, milli güvenliği tehlikeye atmamak bu özgürlüğün doğal
parçasıdır. Ancak bu sınırlar, iktidarların hoşuna gitmeyen gerçekleri örtbas
etmek için bir kılıf olarak kullanılmamalıdır. Gerçekten demokratik bir toplum,
eleştiriden korkmaz. Aksine, eleştiriyle beslenir ve gelişir.
Artık teknoloji sayesinde bilgiye ulaşmak, eskisine göre çok daha rahat.
Sosyal medya platformları, bloglar, internet gazeteleri derken, insanlar
eskisinden çok daha fazla bilgi kaynağına erişebiliyor. Ama bu yeni ortamın
getirdiği bir sorun da var: bilgi kirliliği ve yanlış bilgiler. İşte tam bu
noktada, işini iyi yapan, etik değerlere önem veren ve kimseden emir almayan
gazetecilik her zamankinden daha da önemli hale geliyor. Zira halkın itimat
edebileceği, gerçek bilgileri aktaran medya organlarının varlığı, sağlıklı
düşünebilen bir toplumun temel şartlarından biridir.
Netice itibarıyla, basın özgürlüğü sadece gazetecilerin değil, her bir
vatandaşın vazgeçilmez bir hakkıdır. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve adalet
ancak özgür bir basının varlığıyla mümkündür. Demokrasi, basın özgürlüğüyle
nefes alır; basın sustuğunda ise demokrasi de derin bir sessizliğe gömülür. Bu
nedenle, özgür ve bağımsız medyayı savunmak, sadece gazetecilerin değil,
demokrasiye yürekten inanan herkesin ortak sorumluluğudur.
Bu vesileyle, tarafsız, özgür ve doğru haberciliğin temsilcisi tüm basın
emekçilerinin 3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü’nü kutluyor, çalışmalarında
başarılar diliyorum.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder