Ortadoğu'da Savaşsız Toprak Kazanan Lider
İnsanlık tarihi boyunca, özellikle Ortadoğu toprakları; kan, gözyaşı, istilalar ve savaşlarla yoğrulmuş bir coğrafya olmuştur. Büyük İskender'den Julius Sezar'a, Abbasilerden Bizans'a, Büyük Britanya'dan Fransa'ya dek pek çok imparatorluk bu topraklara hükmetme arzusuyla yanıp tutuşmuş, bu uğurda binlerce insan can vermiş, şehirler yerle bir olmuş, haritalar yeniden çizilmiştir. Geriye sadece acılar ve yıkımlar bırakmıştır. Ne var ki, bu topraklarda savaşmadan, kan dökmeden, yalnızca akıl ve stratejiyle kazanılmış bir toprak parçası vardır: Hatay. Ve bu eşsiz başarının mimarı, Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Hatay'ın Türkiye'ye
katılması, sıradan bir diplomatik gelişme değil; tarihin en çetin coğrafyasında,
en büyük stratejik zekânın sergilendiği, örneğine az rastlanır bir siyasi
zaferdir. Atatürk'ün Hatay meselesine yaklaşımı, onun sadece bir asker değil;
aynı zamanda derin tarih bilgisine, diplomasi sanatına ve uzun vadeli stratejik
düşünceye sahip bir devlet adamı olduğunun da kanıtıdır.
Hatay, I. Dünya Savaşı
sonrası Osmanlı’nın parçalanmasıyla birlikte Fransız mandası altına giren
Suriye toprakları içinde kalmıştı. 1921 Ankara Antlaşması ile Hatay fiilen
Türkiye’den ayrılmış; ancak Türkiye bu durumu hiçbir zaman kalıcı bir
kabulleniş olarak görmemişti. Atatürk’ün nutuklarında da belirttiği gibi,
"Hatay benim şahsi meselemdir." diyerek bu bölgeye verdiği önemi
vurgulamıştı.
Mustafa Kemal, Hatay’ı
silahla değil; uluslararası hukuk, halkın iradesi ve diplomatik baskılarla
kazanmayı seçti. Çünkü onun anlayışında gerçek zafer, savaş meydanlarında
değil; milletin geleceğini güvence altına alan barış masalarında kazanılandı.
O
dönem, Türkiye içinde olduğu kadar dış politikada da zorlu bir süreç yaşanıyordu.
Dünya yeni bir savaşın eşiğinde, Avrupa’nın büyük devletleri ise sömürgelerini
korumanın telaşındaydı. Atatürk, bu karmaşık dengeleri büyük bir ustalıkla
yönetti. Ne Fransa’yla doğrudan çatışmaya girdi, ne de Hatay halkının sesini
susturdu. Aksine, onların uluslararası alanda kendi kaderini tayin etme hakkını
savundu.
Hatay'ın Türkiye'ye katılım
hikayesi, adeta Atatürk'ün diplomasi dehasının bir göstergesi gibidir. 1936'da
Fransa'nın Suriye'den çekileceğini duyurmasıyla birlikte Türkiye, Hatay
konusunu tekrar masaya yatırdı. Atatürk'ün bu süreçteki amacı sadece kendi
milletinin değil, aynı zamanda uluslararası camianın da desteğini arkasına
almaktı. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler'in öncülü olan Milletler Cemiyeti
sürece dahil oldu ve Hatay için özel bir statü oluşturulmasına karar verildi.
1938 yılında Hatay
Cumhuriyeti kuruldu. Bu, Türk halkının bağımsızlık ve özgürlük arzusunun bir
tezahürüydü. Kısa süreliğine de olsa kendi bayrağı, meclisi, hükümeti olan bu
yapı, aslında Türkiye’ye katılmanın zeminini hazırlıyordu. Ertesi yıl, 1939'da
gerçekleştirilen halk oylamasıyla Hatay'ın Türkiye'ye katılım yönündeki iradesi
netleşti. Bu irade doğrultusunda, seçimle oluşan Hatay Meclisi 29 Haziran 1939
tarihinde Türkiye'ye katılma kararını resmen ilan etti. Bu, savaşsız, kansız
ama son derece büyük bir siyasi başarıydı. Bu başarı, yalnızca bir toprak
kazanımı değil; Türk milletinin bağımsızlık onurunun, milli sınırlarının ve
tarihi hafızasının teyidi anlamına geliyordu.
Tarihe bakıldığında, toprak
kazanımı genellikle güç kullanımıyla, savaşla, yıkımla birlikte anılır. Ancak
Atatürk, Hatay meselesinde bu ezberi bozmuş, kılıçla değil; kalemle, kurşunla
değil; kelamla bu zaferi elde etmiştir. İşte bu yüzden Hatay’ın Türkiye’ye
katılması, sadece bir diplomatik zafer değil; aynı zamanda insanlık onurunun,
aklın ve barışın zaferidir.
Atatürk’ün bu süreçte
sergilediği strateji; sabır, kararlılık ve haklılıktan taviz vermeyen bir
duruşun ürünüdür. Dünya kamuoyu, onun bu meseleye yaklaşımını hayranlıkla
izlerken, Türkiye halkı da bir kez daha Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde
geleceğe güvenle bakma imkânı bulmuştur.
Atatürk için Hatay, yalnızca
bir coğrafi parça değil; Misak-ı Milli'nin tamamlanması anlamına geliyordu. O,
bu kazanımı sadece kendi dönemine ait bir başarı olarak değil; gelecek
kuşaklara barışın, aklın ve millet iradesinin neler başarabileceğini gösteren
bir örnek olarak bırakmak istedi. Bu yüzden Hatay’ın anavatana katılması,
Atatürk’ün en çok gurur duyduğu olaylardan biri olmuştur.
Ne yazık ki bu büyük lider,
Hatay’ın Türkiye’ye katıldığını göremeden, 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini
yumdu. Ama geriye, sadece bir ülkeyi değil; aynı zamanda bir halkın kaderini
değiştiren ve tarihin akışına yön veren bir vizyon bıraktı.
Ortadoğu gibi karmaşık,
çatışmalarla dolu bir bölgede, savaşmadan toprak kazanmak adeta imkânsız gibi
görünür. Ancak Atatürk, bu imkânsız görüneni mümkün kılmış; tarihe, gücün değil
aklın, kanın değil diplomasinin, zorbalığın değil halk iradesinin
kazanabileceğini göstermiştir.
Bugün Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’nin
güney sınırında dimdik ayakta duran bir barış abidesidir. Ve her Hataylı, bu
toprakların bir damla kan dökülmeden kazanıldığını bilerek, Atatürk’e minnetle
bakar.
Mustafa Kemal Atatürk, bir
askerin ötesinde; bir halkın ruhunu, geleceğini ve onurunu savunan bir liderdi.
Hatay ise bu büyük liderin, tarihin en sessiz ama en etkili zaferlerinden
birini nasıl kazandığını anlatan canlı bir hatıradır.
Özetle, Büyük İskender’den Sezar’a, Abbasilerden
Bizans’a, Büyük Britanya’dan Fransa’ya kadar nice imparatorluk, nice komutan
geldi geçti bu topraklardan. Her biri Ortadoğu’yu ele geçirmek için savaş açtı,
kan döktü, can aldı. Ama hiçbiri silah kullanmadan bir karış toprak bile
kazanamadı.
Tarihte yalnızca bir lider var ki, ne kurşun sıktı, ne
ordu yürüttü… Sadece aklıyla, vizyonuyla, diplomasi dehasıyla Hatay’ı vatan
topraklarına kattı. Bu benzersiz başarının adı: Mustafa Kemal Atatürk.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder