İki Zafer, Bir Şehir
Tarih boyunca nice imparatorluklara ev sahipliği yapmış, medeniyetlerin kesişim noktası olmuş bir şehir vardır ki, her taşı ayrı bir hikâye anlatır: İstanbul. Boğaz’ın iki yakasında zamana meydan okuyan bu şehir, 29 Mayıs 1453’te bir çağ kapatıp bir yenisini açarken, 6 Ekim 1923’te esaretten özgürlüğe kavuşarak yeniden doğmuştur. Türk milletinin tarihinde, iki kritik dönüm noktası bulunuyor. Bunlardan ilki, İstanbul'un fethiyle başlayan büyük süreç. Bu sürecin tamamlayıcısı ve adeta taçlandıran zaferi ise Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Cumhuriyet'in temellerinin atılması oldu. Bu iki tarih, milletimizin kaderini şekillendiren en önemli anlardır.
Osmanlı Padişahı II. Mehmet, henüz 21 yaşında,
hedefini tüm dünyanın gözünü diktiği Bizans’ın başkenti olan Konstantinopolis’i
fethetmek olarak belirlemişti. Bu kolay bir iş değildi. Şehir, surlarıyla,
doğal savunma hattı Haliç ile ve içindeki kararlılıkla yüzyıllardır saldırılara
direnmişti. II. Mehmet, o dönemde askeri zekası ve sarsılmaz kararlılığıyla
tarihin gidişatını tamamen değiştirecek bir plan yaptı.
Aylar süren yoğun hazırlıkların ardından, 6 Nisan
1453'te başlayan kuşatma, adeta modern savaş tekniklerinin sahne aldığı çetin
bir mücadeleye dönüştü. Osmanlı ordusu, devasa topları ve donanmasıyla surlara
yüklenirken, II. Mehmet’in emriyle gemiler karadan yürütülerek Haliç’e
indirildi. Bu askeri deha, Bizans’ın umutlarını kırdı. 29 Mayıs sabahı Osmanlı
ordusu son büyük saldırısını başlattı ve gün ağarmadan şehir alındı. II.
Mehmet, Ayasofya’ya girerek şehri resmen Osmanlı topraklarına kattı. Artık o,
“Fatih Sultan Mehmet”ti.
Fetih yalnızca bir toprak kazanımı değil, aynı zamanda
hoşgörünün ve yeni bir kültürel dönemin başlangıcıydı. Fatih, şehri talan
ettirmedi; farklı inançlara özgürlük tanıdı, İstanbul’u başkent yaparak
Osmanlı’yı bir dünya imparatorluğuna dönüştürdü. Bu fetihle birlikte Orta Çağ
kapanmış, Yeni Çağ başlamıştı.
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzlerce yıl
boyunca ihtişamla parlayan kalbiydi. Ne var ki, 20. yüzyılın başlarında
imparatorluk zayıflayınca bu kadim şehir de işgalci orduların hedefi haline
geldi. Nihayet 13 Kasım 1918'de, İtilaf Devletleri İstanbul'u işgal etti. Bu
durum, milletin onurunu derinden sarsan bir döneme işaret ediyordu. Hatta, Boğaz'dan
geçen düşman gemileri, bir zamanlar fethin simgesi olan minarelere bile gölge
düşürüyordu.
Bu karanlık tabloyu değiştiren ise Anadolu’da yükselen
bir ışık oldu. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı
başlattı. Halkın iradesini arkasına alan bu mücadele, sadece cephelerde değil,
kalplerde de kazanıldı. Sakarya, Dumlupınar, Büyük Taarruz derken, Türk ordusu
zafer üstüne zafer kazandı.
Ve nihayet, 6 Ekim 1923’te Türk ordusu İstanbul’a
girdi. Bu, yalnızca işgalin sona ermesi değil, aynı zamanda milletin
egemenliğini kendi elleriyle yeniden ilan etmesiydi. Boğaz’dan geçen gemiler
artık düşmana ait değildi. Gözler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e dönmüştü. O,
sadece bir komutan değil, aynı zamanda bir kurtarıcıydı. İstanbul, ikinci kez
özgürlüğüne kavuşmuştu.
1453’teki fetih ile 1923’teki kurtuluş, zaman
bakımından birbirinden yüzyıllarca uzak olsa da, ruh bakımından aynı kudreti
taşır. Fatih Sultan Mehmet’in vizyonu nasıl Osmanlı’yı yüceltmişse, Mustafa
Kemal Atatürk’ün liderliği de Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atmıştır. Her
iki zafer de kararlılıkla, inançla ve halkın desteğiyle kazanılmıştır.
İstanbul, bir kez güçlü bir imparatorluğun başkenti
olmuş, diğerinde ise bağımsız bir milletin sembolü hâline gelmiştir. Fatih’in
“Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” sözü, Atatürk’ün “Geldikleri gibi
giderler” ifadesiyle aynı kararlılığı yansıtır.
Bugün İstanbul sokaklarında gezerken, Ayasofya'nın o
muhteşem kubbesine dalıp giderken, ya da Boğaz'ın serin sularını seyrederken;
bu iki büyük zaferin izlerini ruhumuzda hissederiz. Çünkü bu şehir, sadece
taştan topraktan ibaret değil; o, geçmişin şanlı hatıralarıyla geleceğe uzanan
umutların birleştiği canlı bir yer.
6 Ekim her yıl İstanbul’un Kurtuluşu olarak kutlanır.
Ancak bu sadece bir tören günü değildir. Bu, sadece geçmişi anmakla kalmayıp,
özgürlüğün değerini kavramamız ve Cumhuriyet'in ilkelerine sımsıkı sarılmamız
gereken bir gündür.
İstanbul, iki kez kazanılmıştır. Biri surları yıkarak,
diğeri zincirleri kırarak... Ve her ikisi de Türk milletinin tarihe attığı
unutulmaz imzalardır.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder