Deprem Çantası Değil, Bilinç Taşımak Gerek
Dün, 23 Nisan 2025, hepimiz için çok özel bir gündü. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlarken, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışının yıl dönümünü coşkuyla yad ettik. Ne yazık ki, bu sevinçli günde içimizi burkan bir olay yaşandı.
Silivri açıklarında önce 3.9, ardından 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana
geldi. Derinliği yaklaşık 7 km olan bu deprem İstanbul ve çevre illerde
hissedildi ve kısa süreli paniğe yol açtı. Ardından büyüklükleri 4.4 ve 4.9'a
varan artçı sarsıntılar yaşandı. Herhangi bir can kaybı bildirilmedi, ancak
yetkililer saha taramalarına devam ediyor.
İstanbul’da yaşayan herkesin zihninde bir yerlerde küçük ama sürekli bir
tedirginlik vardır. Bazen gece yatağa uzanırken, bazen metrobüsle köprüden
geçerken ya da çocuklarını okula bırakırken bir anlığına belirir bu duygu: “Ya
şimdi olursa?”
Korkudan söz etmiyorum sadece. Bu daha çok bir bilinmezliğin eşiğinde yaşama
hali. İstanbul... O muhteşem silueti, tarih kokan sokakları, canlılığıyla
hepimizi büyüleyen bu şehir, aynı zamanda içimizde bir endişe tohumu da
yeşertiyor. Sanki parlak güzelliğinin ardında, bir gün ansızın patlayacak bir
sır saklıyor. Bu devasa metropolde koşturup dururken, hayat telaşesine
kapılırken bile o gerçeği derinden hissediyoruz: İstanbul, bir gün gerçekten
çok ama çok sallanacak. Bu kaçınılmaz son, üzerimizde bir gölge gibi asılı
duruyor.
Ve biz, bireyler olarak, o gün geldiğinde hayatta kalmakla kalmayıp
birbirimize tutunabilecek miyiz?
Depremler, doğanın diliyle gelen hatırlatmalar. Onlara engel olamayız, evet.
Ama onlara karşı ne kadar hazırlıklı olduğumuz tamamen bize bağlı. Ne yazık ki
bu ülkede “bilmek” ile “harekete geçmek” arasında derin bir boşluk var. Herkes
depremin olacağını biliyor ama çok az insan gerçekten hazır.
Deprem çantası hazırlamakla başlıyor genelde bu hazırlık. Bir çantanın içine
el feneri, düdük, su, kuru gıda, ilk yardım malzemesi koyuyoruz. Peki ya sonra?
O çanta bir dolaba konuluyor ve zamanla unutuluyor. Oysa deprem çantası bir
sembol; asıl mesele o çantayı neden hazırladığımızı unutmamak.
Hazırlık, çantayla bitmiyor. Binamızın depreme dayanıklı olup olmadığını
biliyor muyuz? Ailemizle, çocuklarımızla bir acil durum planı yaptık mı?
Toplanma alanımız neresi, onu biliyor muyuz? Evde en çok vakit geçirdiğimiz
odada, başımıza düşebilecek eşyalar sabitlenmiş mi?
Bu soruların çoğuna hayır diyorsak, kabul edelim ki hâlâ hazırlıklı değiliz.
İstanbul gibi bir şehirde yaşarken, bazen “kader” kelimesi bir kalkan gibi
kullanılıyor. “Ne yapalım, olacaksa olur” diyerek bir tür tevekkül maskesi
takıyoruz. Oysa bu, çaresizlik değil; ihmalin başka bir adı. Gerçek tevekkül,
elinden geleni yaptıktan sonra teslimiyetle olur. Biz ise çoğu zaman daha
elimizi bile uzatmıyoruz.
“Bana bir şey olmaz” düşüncesi de toplumun büyük bir kısmına sinmiş durumda.
Oysa afetler söz konusu olduğunda hiçbirimiz özel değiliz. Binamız kötü
durumdaysa, eğitimimiz yoksa, acil bir durumda ne yapacağımızı bilmiyorsak,
zarar görmemek mucize olur.
Bireysel hazırlık sadece kendi güvenliğimizi sağlamakla sınırlı değil.
Deprem anında en büyük yardım ilk birkaç dakikada, en yakınımızdakilerden
gelir. Yani komşularımızdan. Ama modern yaşamın getirdiği yabancılaşma, bizi en
yakınımıza bile uzaklaştırdı. Aynı apartmanda yıllardır oturup birbirinin
ismini bile bilmeyen insanlar haline geldik.
Deprem, fiziksel yıkım kadar, sosyal bağların da test edileceği bir
durumdur. O an, apartman sakinleri olarak birbirimize güvenebilecek miyiz?
Birbirimizin yaşlısını, çocuğunu, özel ihtiyacı olan bireylerini tanıyor muyuz?
Toplumun afetlere hazırlıklı olması, aslında küçük toplulukların güçlü
olmasına bağlıdır. Ve o küçük topluluk, senin apartmanın, mahallen, sokağındır.
Bireysel farkındalık, çevresine yayılan bir halkadır.
Deprem korkusu, eğer doğru yönlendirilirse çok güçlü bir motivasyon
aracıdır. Evet, İstanbul’da büyük bir deprem bekleniyor. Evet, bu bilimsel bir
gerçek. Ama bu gerçekle yaşamak, onun gölgesinde tedirgin şekilde durmak değil,
onunla yüzleşip harekete geçmek demektir.
Bugün o çantayı sadece hazırlamak değil, düzenli olarak güncellemek gerekir.
Aile içinde tatbikat yapmak, deprem sırasında nasıl davranılacağını çocuklara
öğretmek, binanızı kontrol ettirmek, acil durumda nereye gideceğinizi
öğrenmek...
Bunlar göz korkutucu değil; aslında hayata tutunma yolları. Çünkü bir gün o
an geldiğinde, en çok kendimize kızacağız: “Neden hazırlıklı değildim?” dememek
için şimdi harekete geçmeliyiz.
Biz bu şehirde sadece kendimiz için değil, bir sonraki nesiller için de
yaşıyoruz. Evlatlarımıza bırakacağımız miras, sadece bir ev ya da maddi birikim
olmamalı. Onlara yaşanabilir, güvenli bir şehir bırakmak da sorumluluğumuz.
O büyük depremi belki yarın, belki yıllar sonra yaşayacağız. Ama ne zaman
geleceği değil, geldiğinde bizim nerede ve nasıl olacağımız önemli.
Unutma: Deprem değil, hazırlıksızlık öldürür. Ve hazırlık, devletten önce
bireyle başlar.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder