Yerli Üretimle Geleceğe Yatırım
Yerli ve milli ekonomi lafı, memleketin gündeminde boyuna dolanır durur. Ama bu laf, sadece "yerli malı" demek değil. Asıl mesele, memleketin kendi ayakları üstünde durması, elin memleketine muhtaç olmaması, geleceğe güvenle bakmasıdır.
Hani hep
deriz ya, "Kendi kendimize yetelim, temel ihtiyaçlarımızı kendimiz
yapalım" diye. Doğru, çok doğru. Ama işin aslı sadece karnımızı doyurmakla
bitmiyor. Daha derin bir dert var ortada: Bağımlılık. Şu dışarıdan aldığımız
teknolojik aletler, fabrikalarda kullandığımız o özel malzemeler var ya, işte
onlara olan bağımlılığımızdan kurtulmamız lazım.
Düşünün, bir
telefon almak için, bir araba yapmak için, hatta belki de bir ilaç yapmak için
başka memleketlere el açıyoruz. Bu, sadece para pul meselesi değil. Bu, bizim
özgürlüğümüzü kısıtlayan bir durum. Kendi teknolojimizi yapamazsak, kendi
sanayimizi geliştiremezsek, hep başkalarının peşinden gitmek zorunda kalırız.
Kendi
teknolojimizi, kendi sanayimizi geliştirmemiz şart. Bunu başardığımızda, sadece
biz değil, gelecek nesiller de kazanacak.
Geçmişe
baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış, perişan bir memlekettik.
Ekonomimiz çökmüş, her alanda elin memleketine muhtaçtık. Atatürk'ün de dediği
gibi, "Kendi ihtiyacını üretmeyen bir toplumun bağımsızlığından söz
edilemez." Gerçekten de, bir memleketin özgür olabilmesi için kendi
kendine yetmesi gerekiyor.
Atatürk'ün
önderliğinde, Türkiye'nin yerli ve milli üretim gücünü artırmak için harekete
geçtik. İlk adım, sermayenin dış memleketlere gitmesini engellemekti. Bunu,
yerli malların üretimini ve kullanımını teşvik ederek başardık. "Yerli
malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı" sözü de o dönemden miras kaldı.
O zamanlar
tarım, hayatımızın en önemli parçasıydı. İnsanların çoğu, geçimini tarlalarda
çalışarak sağlardı. Cumhuriyetin ilk on beş yılında, memleketin sanayileşme
çabalarına öncülük eden kırk altı fabrika kuruldu. Savaşların ardından yeniden
doğan bir memleket için bu, gerçekten de hayranlık uyandıran bir başarıydı. O
zorlu şartlarda bile Türkiye'yi kendi ayakları üzerinde duran bir memleket
yapmak için ellerinden geleni yaptılar.
Geçmişten
dersler çıkararak, son dönemde memlekette yerli üretime verilen önem arttı. Bu,
sadece devlet politikalarıyla sınırlı kalmadı, özel sektör de sorumluluk aldı.
2000'lerin başındaki küresel krizlerden sonra anladık ki, kendi üretimimizi
artırmadan ve dış memleketlere bağımlılıktan kurtulmadan ekonomik güvenliğimizi
sağlayamayız.
Özellikle
yerli savunma sanayi projeleri sayesinde hem askeri gücümüz artıyor hem de dış
memleketlere bağımlılığımız azalıyor. Bu olumlu gelişmeler, teknoloji, otomotiv
ve enerji gibi birçok sektöre de yansıyor. Türkiye, artık sadece tüketen değil,
üreten bir memleket olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Devlet, özel sektör
ve vatandaşlar el ele vererek, yerli ve milli ekonomiyi güçlendiriyor.
Unutmamalıyız
ki, yerli ve milli ekonomiye katkı, hayatımızın tam içine dokunuyor. Yerli
üretimin artması, dış memleketlere bağımlılığın azalması ve kendi insanımızın daha
çok çalışması, sadece cebimizi değil, ruhumuzu da doyuruyor. Daha çok insan iş
sahibi oluyor, gelir dağılımındaki dengesizlikler azalıyor.
Sanayi
üretiminin yerelleşmesi, gençlerimizin iş gücü piyasasına daha kolay girmesi
demek. Yerel kalkınmayı destekleyecek projelerin önü açılıyor. Böylece, sadece
büyük şehirler değil, Anadolu'nun dört bir yanı canlanıyor, gelişiyor. Kendi
ürettiğimizle kalkınmak, hepimiz için büyük bir umut kaynağı.
Yerli
üretim, sadece fabrikaların bacalarından çıkan duman değil, aynı zamanda
evlerimizin neşesi, çocuklarımızın geleceği demek. Bir mahallede açılan küçük
bir atölye, onlarca ailenin geçim kaynağı oluyor. Orada üretilen her ürün,
sadece bir mal değil, aynı zamanda o ailelerin umudu ve hayalleri demek.
Yerli ve
milli ekonomiye katkı, aslında birbirimize destek olmak demek. Komşumuzun
ürettiği bir ürünü satın aldığımızda, onun emeğini ve alın terini de satın
alıyoruz. Bu, aramızdaki bağı güçlendiriyor, bizi birbirimize daha da
yakınlaştırıyor.
Yerli
üretim, sadece bugünü değil, yarınları da inşa etmek demek. Kendi teknolojimizi
geliştirdiğimizde, gelecek nesillere daha güçlü bir Türkiye bırakıyoruz.
Onlara, kendi ayakları üzerinde durabilen, potansiyelini keşfedebilen bir
memleket bırakıyoruz.
Yerli ve
milli ekonomiye katkı, bir vatanseverlik görevi. Kendi memleketimizin
ürünlerini tercih ettiğimizde, kendi insanımıza güvendiğimizde, memleketimizi
daha da güçlendiriyoruz. Bu, sadece ekonomik bir tercih değil, aynı zamanda
milli bir duruş.
Teknolojik
altyapıya ve Ar-Ge'ye yatırım yapmak, memleketimizin kendi kendine yeten, güçlü
bir ekonomiye sahip olmasında kritik bir rol oynuyor. 21. yüzyılda, teknolojik
ilerleme uluslararası rekabette belirleyici oluyor. Bu nedenle, Ar-Ge'ye ciddi
kaynaklar ayırarak önemli adımlar attık. Geleceğin teknolojilerine yaptığımız
yatırımlar, yerli üretimimizin altyapısını güçlendiriyor ve bizi uluslararası
rekabette ön sıralara taşıyor.
Geçmişte,
belki de bazı şeylerin kolayına kaçtık, dışarıdan almaya alıştık. Ama artık
uyanma vakti geldi. Kendi tarlalarımızda yetişen buğdayın, kendi
fabrikalarımızda dokunan kumaşın, kendi mühendislerimizin tasarladığı
teknolojinin değerini bilmeliyiz.
Ekonomik
bağımsızlık, inanın bana, o soğuk rakamlardan çok daha fazlası. Bu, bizim
özgürlüğümüz, kimliğimiz demek. Gelecek nesillere bırakacağımız en kıymetli
miras. Bugün attığımız her adım, yaptığımız her yatırım, onların geleceğini
şekillendiriyor.
Bu bir
bayrak yarışı gibi. Her birimiz, kendi kulvarımızda koşarak, bu bayrağı daha da
ileriye taşımalıyız. Esnafımız, çiftçimiz, işçimiz, mühendisimiz... Hepimiz el
ele vererek, kendi destanımızı yazmalıyız.
Çünkü
biliyoruz ki, bizim ellerimizden çıkan her ürün, bizim geleceğimizin teminatı.
Bizim emeğimiz, bizim alın terimiz, bizim en büyük gücümüz.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder