Lozan'ın Gölgesinde İşgal Edilen Adalarımız
Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti için tam bir felaket oldu. Alınan ağır darbe devleti resmen sarstı. Herkes kara kara ne yapacağını düşünüyordu. Tam o sıralarda, İtalya ile Uşi Antlaşması imzalanmak zorunda kalındı. Hatırlanacağı üzere, o antlaşmayla 12 Ada geçici olarak İtalya'ya bırakılmıştı. Ancak işler hiç de umulduğu gibi gitmedi. Birinci Dünya Savaşı patlak verince, o geçici durum kalıcı hale geldi. İtalya, adaları bir daha geri vermedi. Yetmezmiş gibi, Yunanistan da bu zor durumdan faydalanmak için fırsat kolluyordu. Donanmanın zayıflığını görünce, Ege'deki birçok ada, özellikle de Girit ve Midilli, birer birer ele geçirildi. Resmen eller kollar bağlanmıştı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılan Osmanlı
Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması'nı takiben 10 Ağustos 1920'de Sevr Barış
Antlaşması'nı imzaladı. Rıza Tevfik, Damat Ferid Paşa, Hadi Paşa ve Reşid
Halis'in imzaladığı bu antlaşmanın 84. maddesi uyarınca Türkiye, Gökçeada
(İmroz), Bozcaada, Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya gibi
adaları Londra, Atina ve Büyükelçiler Konferansı kararları doğrultusunda
Yunanistan'a devredecekti.
Sevr Antlaşması, milletin Misak-ı Milli'de çizdiği
sınırlara ve bağımsızlık ruhuna tamamen aykırıydı. Bu nedenle, Ankara'da
kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bu antlaşmayı kesinlikle reddetti.
Zaten bu antlaşma, Osmanlı Devleti'nin sonunu getiren süreçteydi.
On yıl boyunca aralıksız süren savaşlardan, yani
1912'den 1922'ye kadar, yorgun düşmüş bir Türkiye vardı. Fakat ne mutlu ki,
Kurtuluş Savaşı'ndan zaferle çıkılmıştı. Şimdi sıra, Ege Adaları meselesini
tekrar masaya yatırmaya gelmişti. 23 Nisan 1923'te, İsviçre'nin Lozan şehrinde,
o meşhur konferans yeniden başladı. Bu konferansa İngiltere, Fransa, İtalya,
Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Boğazlar için Rusya
ve Bulgaristan, bazı özel konular için Belçika ve Portekiz, bir de uzaktan
izleyen Amerika Birleşik Devletleri katıldı.
24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
Türkiye, Lozan ile dünya devletleri tarafından resmen bağımsız devlet olarak
kabul edildi. Ayrıca, bazı adalar üzerindeki haklar ve Boğazlar'ın durumu
yeniden belirlendi. Eski haritalara bakıldığında, 1943'te İngilizlerin çizdiği
haritada ve 1951'de Amerikalıların hazırladığı haritada, bu adaların Türkiye'ye
ait olduğu açıkça görülüyor. O zamanın haritacıları, bu adaları Türk toprağı
olarak işaretlemişlerdi. Bu durum, adaların Türkiye'ye ait olduğunu gösteren
önemli bir kanıttır.
Lozan Barış Antlaşması'nın 15. maddesindeki 2 numaralı
harita da bu durumu doğruluyor. O haritada, adaların Türk egemenliğinde
olduğunu gösteren siyah çizgiler bulunuyor.
Bu tarihi belgeler, adaların Türkiye'ye ait olduğunu
kanıtlayan somut delillerdir. Geçmişten günümüze uzanan bu haritalar ve
antlaşma metinleri, adalar konusunda kesin ve bağlayıcı hükümler içeriyor.
Sevr Antlaşması sonrası Rize'de kurulan Potamya Rum
Devleti, Atatürk tarafından Lozan Antlaşması ile ortadan kaldırıldı ve ihanet
edenler cezalandırıldı. Lozan, Misak-ı Milli'nin ve Türkiye Cumhuriyeti
devletinin tapu senedidir. Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Lozan Antlaşması
geçerliliğini koruyacaktır.
2004 senesinde Türkiye, Avrupa Birliği'ne girme
yolunda hızlanmak istedi. Bunun için de Kıbrıs'taki sorunu çözmeye çalıştı.
Oradaki bazı toprakları Rumlara vermeyi kabul etti. Ama işler umulduğu gibi
gitmedi. 24 Nisan 2004'te yapılan referandumda Türkler "evet" dedi,
fakat Rum tarafı bu planı reddetti.
Bu gelişmenin ardından Yunanistan Ege ve Akdeniz'deki
bazı adaları fiilen işgal etmeye başladı. İşgal edilen adalar arasında Hurşit,
Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba,
Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi bulunuyor.
Bu olaylar, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege ve
Akdeniz'deki egemenlik sorunlarını daha da karmaşık hale getirdi ve iki ülke
arasındaki gerilimi artırdı. Bu adalar meselesi karmaşık bir sorun. Tarihsel,
hukuki ve ekonomik boyutları var. Türkiye ile Yunanistan'ın diyalog yoluyla bir
çözüm bulması gerekiyor. Aksi takdirde, gerilim daha da tırmanabilir.
Yunanistan, adaları işgal ederek Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en büyük toprak kaybına yol açtı. Adaların etrafında petrol ve doğal
gaz rezervleri bulunduğu biliniyor. Yunan Energean Petrol Şirketi,
ortaklarından İsrail’in Kerogen Capital adlı şirketi ile birlikte Türk
karasularında petrol çıkarıyor. Bu durum, Yunanistan'ın Türk kaynaklarını talan
etmesini gözler önüne seriyor.
TBMM Genel Kurulu'nun 26 Mart 2015 tarihli toplantısında,
dönemin Savunma Bakanı, Lozan ve Paris Antlaşmalarına göre bu adaların hukuken
Türkiye'ye ait olduğunu belirtmiş ve adaların fiili olarak Yunan işgali altında
olduğunu itiraf etmiştir. Bu itiraf, TBMM tutanaklarına geçmiş ve basında yer
almıştır.
Aydın'ın Eşek Adası'nda yükselen duman, sadece bir
kuzunun değil, milli gururun da közlerini savuruyordu. Yunan askerlerinin
pervasızca çevirdiği kuzu ve Yunan Savunma Bakanı'nın küstahça meydan okuması,
'İşgal ettik, sıkıysa alın!' sözleri, yürekleri dağladı. Bu, sadece bir
provokasyon değil, aynı zamanda tarihe ve egemenlik haklarına yapılmış bir
saldırıydı.
Eğer bu millet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden
sapmadan yürüyebilseydi, adalarımız bir avuç Yunan askeri tarafından işgal
edilemezdi. Atatürk, küllerinden doğurduğu bu millete, sadece bir vatan değil,
aynı zamanda bir onur ve şeref mirası bıraktı. O, yıkılmış bir imparatorluktan,
şanlı Türk bayrağı altında dimdik ayakta duran bir devlet yarattı. Atatürk
yaşasaydı, sadece adaları geri almakla kalmaz, Misak-ı Milli'nin ruhunu yeniden
canlandırarak Musul ve Kerkük'ü de vatan topraklarına katardı.
Lozan, bu milletin tapu senedidir. Onu yıpratmaya
çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden manda altına sokmak isteyenlerdir.
Onlar, bu milletin bağımsızlık ateşini söndürmeye çalışanlardır. Ancak, bu ateş
asla sönmeyecek, bu millet asla boyun eğmeyecektir.
Ege'nin sularında yankılanan bu meydan okuma, aslında
bir uyanış çağrısıdır. Bu, sadece bir toprak meselesi değil, aynı zamanda bir
kimlik ve varoluş meselesidir. Bizler, Atatürk'ün mirasına sahip çıkarak, bu
kutsal emaneti koruyacak ve gelecek nesillere gururla devredeceğiz. Unutmayalım
ki, vatan sevgisi, sadece toprakları değil, aynı zamanda tarihi, kültürü ve
değerleri de korumaktır.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder